Gam yani keder, bir bakıma insanın dünya hayatında yoldaşıdır. İnsanın fıtratında gam her zaman vardır. İnsan gamlı ve hüzünlü bir varlıktır. Eskiler bunu “Bî-gam olan âdem olmaz” diye ifade ederler. Gamsız olan adam bile sayılmaz demektir. Zira insan oğlu bu dünya da misafirdir. Misafirlik bittiğinde asıl mekana vasıl olacağız. Misafirlik süresincede başımıza çeşitli belalar, sıkıntılar düçâr olabilir. Bu sıkıntılara da sabır göstererek mükafatını bekleyeceğiz.
Hz. Mevlana’yı anarak söze devam edelim. Hz. Mevla şöyle buyuruyor:
“Bir gün bir adam elinde bir halı ve bu halıyı eline aldığı sopa ile dövüyor. Burada bu olay işe şuna ifade ediyor. Adamın maksadı halıyı dövmek değil. Onun amacı halının üzerinde ki tozları almak. İşte bunun gibi sana gelen dert ve belalar senin günahlardan, kirden, pastan arınman içindir. Şikayet edip sızlanma, sabır göster, metanetli ol ve imtihanını sırrını kavramaya çalış.”
Dert ve belalar, kemend-i mahbûbdur. Yani sevilenleri çekmek için atılan kemend gibidir. Bazen işlediğimiz kabahatler sonucunda bazı cezalara müstehak oluruz. Allah yarattığı kullarını çok sevmektedir. Zira insanın yaratış gayesi Allah’a ibadet etmek, her an Allah’ı anmak ve O’nu yüceltmektir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de Kaf süresinin 16. ayetinde söyle buyurmaktadır:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biz biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
Bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimiz, bizi yarattı ama boşu boşuna yaratmadı. Kendisine ibadet edelim ve O’nu analım diye. İnsan dünya hayatı yolculuğunda çeşitli sıkıntılar ve çeşitli belalar ile elbette karşılaşacaktır. Hayatımızın her anı mutlu, neşeli ve huzurlu geçmeyecektir. Zaman zaman üzüleceğiz. Zaman zaman kederden adeta dünyaya geldiğimize pişman olacağız belki de. Bütün bu durumlarda yıkılmak, pes etmek, isyan etmek doğru bir davranış şekli değildir. Başımıza gelen istemediğimiz durumlara karşı büyük bir metanetle sabır göstereceğiz. Hz. Eyüp (a.s.)’ın sabır gömleğini sırtımıza giyeceğiz. İşte o vakit imtihanı kazanma şansı elde etmiş olacağız.
Aslında bir bakıma gam, keder olayına şöyle bakmak lazım. Dünyaya geliş gayemizden saptığımız anlarda Rabbimiz bizi uyarmak, kendimize gelmemiz, asli vazifemize uygun yaşamamız için gönderdiği belaların sonucunda düştüğümüz durumdur. Kederleneceğiz, üzüleceğiz ki, yeniden aslımıza dönebilelim. Bazen Allah dostları derler ki, kedere düşmediğiniz an kendinizi sorgulayın. Acaba Rabbim beni unuttu mu diye. Zira Allah sevdiği kulunu kederlendirir. Kulunun kendisinden nedamet duymasından çok hoşlanır. Bu vesile ile de her daim kul, yaratıcısı olan Allah’ı unutmamış aksine anmış, hatırlamış olur.
Dünya insanoğlu için neşelenmek ve sefa sürmek için yaratılan bir mekan değildir. Dünya acı, ıztırab, keder ve sıkıntıların bilakis merkezidir. Bu acılar insanoğlunun pişmesi içindir. Olgunlaşması içindir. hep güzellikler ile imtihan olmayacaktır. Yokluk, sıkıntılar ve acılar da imtihanın önemli bir parçasıdır. Belki de sıkıntı ve kederler imtihanda bizim için en can alıcı noktalardır. Zira bunlara sabır göstererek göğüs gerebilmek ciddi bir marifet ister. Ciddi bir iman ister. Kavi ve çelik gibi bir iman ile ancak bu bela ve musibetler, sıkıntı ve ederler üzerimizden yok olur gider.
Aslında gam çekmenin arka planında, sonsuz hayattaki kavuşmaya olan özlem ve bekleyiş vardır. Zira bu dünyanın mutluluğu ve neşesi gelip geçicidir. Buranın sefasına aldanmamak lazım. Divan şairlerimizden Nev’î bu durumu şiirinin bir beytin de şöyle ifade etmiştir:
“Bu dünyada safa kadehinin peşine düşmek, mutluluğu tahsil etmek için gayret göstermek yersizdir. Alçak dünyada bir yudum mutluluk tahsil edeceğim demek, aciz bir avcının elinden iki lokmalık avını zorla almak gibi bir şeydir ki, bu mert adama yakışmaz.”
Dünyada mutluluk değil ‘gam’ galip gelmiştir. Zira Hz. Adem su ile toprak arasındayken kırk gün yağmur yağdı. Otuz dokuzu gamdı, biri neşe idi. Bu ifadeyi perçinleyen bir hadiseye yeri gelmişken değinelim.
Yavuz Sultan Selim Han ‘Selimî’ maslahı ile şiirler yazıyor. Döneminde de, yanında bulunan Vehbî isimli bir şair yaşarmış. Sultan, Vehbî’ye bir konuda kızınca Vehbî payitahtı terk ederek Van müftüsüne sığınıyor. Müftünün yanında bir süre misafir olarak kalmış. Bu arada Sultan Yavuz Selim Vehbî’yi hatırlayarak onu bulup huzuruna getirilmesini istiyor. Bütün Osmanlı toprakları 3 kıtayı sarmış onu nerede nasıl bulacaklar. Onu bulabilmenin zor olduğunu düşünenler, Padişaha ilginç bir teklif sunarlar. Teklife göre bir yarışma yapılacak, yarışma gereği Sultan bir mısra söyleyecek ve ikinci mısra boş bırakılacak. Bu ikinci mısraı en güzel şekilde dolduran kim olursa o ödüllendirilecek. Bu teklifi sunan kişi ben Vehbî’yi tanıyorum. Öküzün boynuzuna da girse bu mısraı tamamlar ve bize gönderir. Belki adını gizleyebilir. Ama siz onu anlayabilirsiniz. der. Yavuz Sultan Selim’e bu teklif uygun gelir ve hemen ilk mısraı söyler:
“Bütün dünyâ benim olsa gamım gitmez nedendir bu”
Böylece yarışma başlar. Yarışmaya hünerini göstermek isteyen bütün şairler katılır. Şairlikte pek hüneri olmayan Van müftüsü de yarışmaya iştirak eder. Van müftüsü adına mısraı gönderen Vehbî’dir. Gelen bütün mısralar incelenir. Ve şu mısra beğenilir.
“Ezelden gam türâbıyla yoğrulmuş bedendir bu”
Bunun üzerine bu mısraı gönderen Van müftüsüne sizin mısraınız beğenildi. Ödülünüzü almaya gelin ve Vehbî’yi kastederek yanınızdakini de alıp getirin diye emir veriliri. Tek mısra ile bile Vehbî hünerini göstermiştir.
Bu iki mısraı birleştirdiğimizde anlamı nedir ona bakalım.
Yavuz sultan Selim diyor ki:
“Cihan padişahı olduk hâlâ gam dam kurtulamadık. Neden?” Vehbî’den gelen cevap:
“Babanız Hz. Adem (a.s.), gam toprağıyla yoğrulmuş da ondan.”
Kısacası insanoğlunun ana mayasında var gam, keder. İmam-ı Rabbânî Hazretleri de Rabbimize yönelerek şöyle diyor:
“Seni sevmekten maksat dert ve gam tatmaktır. Yoksa rahat ettirecek çok şey var.”
Gam yani keder, bir bakıma insanın dünya hayatında yoldaşıdır. İnsanın fıtratında gam her zaman vardır. İnsan gamlı ve hüzünlü bir varlıktır. Eskiler bunu “Bî-gam olan âdem olmaz” diye ifade ederler. Gamsız olan adam bile sayılmaz demektir. Zira insan oğlu bu dünya da misafirdir. Misafirlik bittiğinde asıl mekana vasıl olacağız. Misafirlik süresincede başımıza çeşitli belalar, sıkıntılar düçâr olabilir. Bu sıkıntılara da sabır göstererek mükafatını bekleyeceğiz.
Hz. Mevlana’yı anarak söze devam edelim. Hz. Mevla şöyle buyuruyor:
“Bir gün bir adam elinde bir halı ve bu halıyı eline aldığı sopa ile dövüyor. Burada bu olay işe şuna ifade ediyor. Adamın maksadı halıyı dövmek değil. Onun amacı halının üzerinde ki tozları almak. İşte bunun gibi sana gelen dert ve belalar senin günahlardan, kirden, pastan arınman içindir. Şikayet edip sızlanma, sabır göster, metanetli ol ve imtihanını sırrını kavramaya çalış.”
Dert ve belalar, kemend-i mahbûbdur. Yani sevilenleri çekmek için atılan kemend gibidir. Bazen işlediğimiz kabahatler sonucunda bazı cezalara müstehak oluruz. Allah yarattığı kullarını çok sevmektedir. Zira insanın yaratış gayesi Allah’a ibadet etmek, her an Allah’ı anmak ve O’nu yüceltmektir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de Kaf süresinin 16. ayetinde söyle buyurmaktadır:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biz biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”
Bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimiz, bizi yarattı ama boşu boşuna yaratmadı. Kendisine ibadet edelim ve O’nu analım diye. İnsan dünya hayatı yolculuğunda çeşitli sıkıntılar ve çeşitli belalar ile elbette karşılaşacaktır. Hayatımızın her anı mutlu, neşeli ve huzurlu geçmeyecektir. Zaman zaman üzüleceğiz. Zaman zaman kederden adeta dünyaya geldiğimize pişman olacağız belki de. Bütün bu durumlarda yıkılmak, pes etmek, isyan etmek doğru bir davranış şekli değildir. Başımıza gelen istemediğimiz durumlara karşı büyük bir metanetle sabır göstereceğiz. Hz. Eyüp (a.s.)’ın sabır gömleğini sırtımıza giyeceğiz. İşte o vakit imtihanı kazanma şansı elde etmiş olacağız.
Aslında bir bakıma gam, keder olayına şöyle bakmak lazım. Dünyaya geliş gayemizden saptığımız anlarda Rabbimiz bizi uyarmak, kendimize gelmemiz, asli vazifemize uygun yaşamamız için gönderdiği belaların sonucunda düştüğümüz durumdur. Kederleneceğiz, üzüleceğiz ki, yeniden aslımıza dönebilelim. Bazen Allah dostları derler ki, kedere düşmediğiniz an kendinizi sorgulayın. Acaba Rabbim beni unuttu mu diye. Zira Allah sevdiği kulunu kederlendirir. Kulunun kendisinden nedamet duymasından çok hoşlanır. Bu vesile ile de her daim kul, yaratıcısı olan Allah’ı unutmamış aksine anmış, hatırlamış olur.
Dünya insanoğlu için neşelenmek ve sefa sürmek için yaratılan bir mekan değildir. Dünya acı, ıztırab, keder ve sıkıntıların bilakis merkezidir. Bu acılar insanoğlunun pişmesi içindir. Olgunlaşması içindir. hep güzellikler ile imtihan olmayacaktır. Yokluk, sıkıntılar ve acılar da imtihanın önemli bir parçasıdır. Belki de sıkıntı ve kederler imtihanda bizim için en can alıcı noktalardır. Zira bunlara sabır göstererek göğüs gerebilmek ciddi bir marifet ister. Ciddi bir iman ister. Kavi ve çelik gibi bir iman ile ancak bu bela ve musibetler, sıkıntı ve ederler üzerimizden yok olur gider.
Aslında gam çekmenin arka planında, sonsuz hayattaki kavuşmaya olan özlem ve bekleyiş vardır. Zira bu dünyanın mutluluğu ve neşesi gelip geçicidir. Buranın sefasına aldanmamak lazım. Divan şairlerimizden Nev’î bu durumu şiirinin bir beytin de şöyle ifade etmiştir:
“Bu dünyada safa kadehinin peşine düşmek, mutluluğu tahsil etmek için gayret göstermek yersizdir. Alçak dünyada bir yudum mutluluk tahsil edeceğim demek, aciz bir avcının elinden iki lokmalık avını zorla almak gibi bir şeydir ki, bu mert adama yakışmaz.”
Dünyada mutluluk değil ‘gam’ galip gelmiştir. Zira Hz. Adem su ile toprak arasındayken kırk gün yağmur yağdı. Otuz dokuzu gamdı, biri neşe idi. Bu ifadeyi perçinleyen bir hadiseye yeri gelmişken değinelim.
Yavuz Sultan Selim Han ‘Selimî’ maslahı ile şiirler yazıyor. Döneminde de, yanında bulunan Vehbî isimli bir şair yaşarmış. Sultan, Vehbî’ye bir konuda kızınca Vehbî payitahtı terk ederek Van müftüsüne sığınıyor. Müftünün yanında bir süre misafir olarak kalmış. Bu arada Sultan Yavuz Selim Vehbî’yi hatırlayarak onu bulup huzuruna getirilmesini istiyor. Bütün Osmanlı toprakları 3 kıtayı sarmış onu nerede nasıl bulacaklar. Onu bulabilmenin zor olduğunu düşünenler, Padişaha ilginç bir teklif sunarlar. Teklife göre bir yarışma yapılacak, yarışma gereği Sultan bir mısra söyleyecek ve ikinci mısra boş bırakılacak. Bu ikinci mısraı en güzel şekilde dolduran kim olursa o ödüllendirilecek. Bu teklifi sunan kişi ben Vehbî’yi tanıyorum. Öküzün boynuzuna da girse bu mısraı tamamlar ve bize gönderir. Belki adını gizleyebilir. Ama siz onu anlayabilirsiniz. der. Yavuz Sultan Selim’e bu teklif uygun gelir ve hemen ilk mısraı söyler:
“Bütün dünyâ benim olsa gamım gitmez nedendir bu”
Böylece yarışma başlar. Yarışmaya hünerini göstermek isteyen bütün şairler katılır. Şairlikte pek hüneri olmayan Van müftüsü de yarışmaya iştirak eder. Van müftüsü adına mısraı gönderen Vehbî’dir. Gelen bütün mısralar incelenir. Ve şu mısra beğenilir.
“Ezelden gam türâbıyla yoğrulmuş bedendir bu”
Bunun üzerine bu mısraı gönderen Van müftüsüne sizin mısraınız beğenildi. Ödülünüzü almaya gelin ve Vehbî’yi kastederek yanınızdakini de alıp getirin diye emir veriliri. Tek mısra ile bile Vehbî hünerini göstermiştir.
Bu iki mısraı birleştirdiğimizde anlamı nedir ona bakalım.
Yavuz sultan Selim diyor ki:
“Cihan padişahı olduk hâlâ gam dam kurtulamadık. Neden?” Vehbî’den gelen cevap:
“Babanız Hz. Adem (a.s.), gam toprağıyla yoğrulmuş da ondan.”
Kısacası insanoğlunun ana mayasında var gam, keder. İmam-ı Rabbânî Hazretleri de Rabbimize yönelerek şöyle diyor:
“Seni sevmekten maksat dert ve gam tatmaktır. Yoksa rahat ettirecek çok şey var.”
YORUMLAR