Asrın felaketi olarak nitelenen 11 ilimizi etkileyen Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 2 büyük deprem birçok can kaybının yanı sıra mal kaybı ve yıkılan binalar ile bütün Türkiye’yi yasa boğdu. Üzüntümüz çok büyük. Deprem üzerinden neredeyse 3 hafta geçti. Giden canların geri gelmesi imkânsız. Geride kalanların yaşadığı travma atlatılacak gibi değil. Allah hepsine sabırlar versin. Hiç de kolay olmayan bir süreçten geçiyoruz. Ülke tek yürek oldu vatandaşlarımız sel oldu yardımlar akıttı. Gönlünü, malını ve elindeki bütün imkanları depremzedeler için seferber etti. Arada çatlak sesler olsa da genel olarak ülkemiz insanı tek yürekti. Bu yönümüzle ne kadar gurur duysak azdır.
Ancak deprem sonrasında herkesin yüksek sesle dile getirdiği bir şey var. Deprem elbette acı ve etkilediği alan çok büyük, fakat yıkılan binaların yanı sıra sağlam dimdik ayakta kalan binalar da oldu. Hepimiz şunu söyledik. Deprem öldürmez, çürük yapılan, nakıs yapılan, olması gerektiği gibi yapılmayan binalar öldürür. Buradan şu sonuç ortaya çıkıyor depreme dayanıklı binalar yapılırsa yıkılma riski çok daha az. Ülkemiz bir deprem kuşağı, bu her platformda yetkililer ve uzmanları tarafından dile getirilen bir gerçeğimiz. Bu gerçeği bildiğimiz halde ne kadar tedbir aldık. 24 yıl önce Marmara depremi, akabinde yaşanan Düzce depremi sonrasında acı tabloyu Van’da, Elazığ’da ve İzmir’de de yaşadık. Ve son olarak da 11 ilimizi etkileyen asrın felaketi niteliğinde Akdeniz’in doğu kesiminde, Doğu ve Güneydoğu’da yaşadık. Gördük ki 24 yılda hiçbir ders almamışız. Deprem sonrasında acılar henüz taze iken herkes depremin suçlusu kim diyerek suçlu arayışına girdi. Önceki depremlerde olduğu gibi yine gözler müteahhitlere dikildi ve suçlular müteahhitlerdir denildi. Kimse başka yöne odaklanmadan müteahhitler hemen toplanıp cezalandırmaya gidilmeliydi.
Ancak belki ezber bozar nitelikte olacak ama buradan tekrar açıklıyorum yıkılan binaların asıl sorumlusu ve suçlusu biziz. Yani vatandaş. Ardından kamu yani devlet ve belediyeler. Bugünkü kanunlarda konutlara, yapılara imar ve iskân iznini veren belediyelerdir. Dolaylı olarak da siyasilerdir. Çok katlı binaların imar izni ise Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nın onayına tabi. Bu boyutuyla devletin bir kuruluşu da imar izninin bir parçasıdır. Dolayısıyla bir başka sorumlu devletin kendisidir, imar ve iskân aşamasında yeterli denetimi yapmadıkları için. Bu arada 2000’lerden sonra ortaya çıkan yapı denetim firmaları da direkt olarak sorumludur. Ancak bu firmaların sahiplerinin çoğunun belediyelerde meclis üyesi olması, encümen olması ya da siyasi kimlikte olması hasebiyle onlarda gerekli denetimi doğru ve düzgün bir şekilde yapmamaktadırlar. Deprem sonrası suçlular arasında en masumu müteahhitlerdir. Müteahhitler ellerindeki projeyi belediyeye onaylatmak suretiyle işe başlamaktadırlar. Bitiminde de yine projeye uygun yapılmış mı diye belediye denetiminde, belediye hem başlangıçta hem de bitimde tam anlamıyla denetimi yapmayınca, araya giren başka ilişkiler denetimin sağlıklı yapılmasına mâni olunca bu boyutuyla baktığımızda en masum en suçsuz müteahhitlerdir. Ancak yine de tamamen sorumsuz demiyorum ama en az sorumlu sıfıra yakın sorumlu ve suçludurlar. Eğer Belediye ve kamu tarafı adam gibi işini yapsa, denetimini hiçbir saik ve baskı içinde olmadan doğru bir şekilde yapmış olsa belki bugün bu sonuçlar ortaya çıkmazdı.
Konuyu biraz daha irdeleyelim vatandaş neden suçlu ve sorumlu onu izah etmeye çalışayım. Günümüzde ucuz daire isteyen vatandaş kaliteyi önemsemezse, arsasına daha fazla ev yapabilme saikiyle her türlü kılığa girerse, derme çatma bir iki kat ev yapmış olan vatandaş, oğlum evlenecek, kızım evlenecek, toruna daire yapmamız lazım gibi bir sürü mazeretle birkaç kat daha çıkabilmek için belediye başkanının etrafında fırıldak gibi dönerse, işini gördürmek için araya sokmadığı siyasi kalmıyorsa bina yıkılınca suçlu devlettir deyip velvele yapmayacak. Önce suçu kendinde arayacak. Devletin mekanizması da doğru işleyecek. Güven denetime mâni olmayacak. Bizim partiden diyerek kayırmacılık yapmayacak. Her şeyden önemlisi işi ehline verecek.
Olaylara bu perspektiften baktığımızda aslında biz toplum olarak bitmişiz ama bunu maalesef kimse görmüyor ve kabul etmiyor. Şirazeden çıktık. Hep gayri meşru, gayri yasal işlere tevessül ediyoruz. Hakkımız olmayan şeyleri talep ediyoruz. Ovalar tarım arazisi olduğu halde, Hatay da olduğu gibi, en verimli arazilerimizi Bursa’da, Balıkesir’de, Trakya da ve diğer illerimiz de hep betonla doldurduk. Neden, hep haksız yüksek kazanç elde etmek için. Pandemi sonrası da gördük. Dinlisi dinsizi, imanlısı, imansızı kiralar yükseldi deyip hep yüksek kiralara evlerimizi verdik. Eski kiracımızı çıkartmak için bin bir türlü fırıldak çevirdik. Allah aşkına buradan herkese soruyorum. Güya ülkemizin %99’u Müslüman. Allah’ın toprağına derme çatma bina dikip binanın 30. katını, bazı yerlerde 50. katını 8-10 milyona satmak hangi vicdana, hangi imana ve hangi insanlığa sığar. Devlet bile uyandı Toki ucuz arazi yaparken, Emlak Konut özel müteahhitler ile iş birliği yapıp hasılat paylaşımı adı altında hazine arazisine dikilen binaları 5-10 milyonluk gibi komik fiyatlara satmaya başladı. Bu konutları alan kim, para babaları ve vatandaşlık karşılığında yabancılar. Tabi 5-10 milyona alınan daireler 3-5 bin tl. ye kiraya verilse kurtarmaz. Dolayısıyla otomatik olarak kiralarda 10.000 tl. ve üzeri seviyelere çıkmakta. Bu binalar dikilirken yöneticilerin yaptığı hatalar yürek sızlatan cinsten. Bu kısma hiç girmiyorum. Peki bu konuları kim gündeme getiriyor, dillendiriyor. Maalesef hiç kimse.
Tepe bunu yaparken en dip vatandaş ne yapıyor. Toki kurasına giriyor. Hatta biraz parası varsa birkaç kişiyi kuraya sokuyor. Kura sonucu ev çıkarsa 1 tek kuruş ödemeden milyonları bulan rakamlara devir yapıyor. Sadece kurasını satıyor. Bu Allah’tan reva mıdır? Bu kazanç helal midir? Size soruyorum. Allah bize yine de sabrediyor. Topyekûn başımıza taş yağmıyorsa oturup dua edelim. Yine ucuz kurtulduk diyelim.
Nuh Tufanı gibi bir tufan ile cezalandırılmıyorsak oturup dua edelim ve kendimize gelelim. Bugün kendimizi ve çevremizi kandırabiliriz ama Allah’ı asla kandıramayız. Ahiret hayatında hassas tartan terazi ve çetin bir imtihan bizi bekliyor olacak.
Ancak deprem sonrasında herkesin yüksek sesle dile getirdiği bir şey var. Deprem elbette acı ve etkilediği alan çok büyük, fakat yıkılan binaların yanı sıra sağlam dimdik ayakta kalan binalar da oldu. Hepimiz şunu söyledik. Deprem öldürmez, çürük yapılan, nakıs yapılan, olması gerektiği gibi yapılmayan binalar öldürür. Buradan şu sonuç ortaya çıkıyor depreme dayanıklı binalar yapılırsa yıkılma riski çok daha az. Ülkemiz bir deprem kuşağı, bu her platformda yetkililer ve uzmanları tarafından dile getirilen bir gerçeğimiz. Bu gerçeği bildiğimiz halde ne kadar tedbir aldık. 24 yıl önce Marmara depremi, akabinde yaşanan Düzce depremi sonrasında acı tabloyu Van’da, Elazığ’da ve İzmir’de de yaşadık. Ve son olarak da 11 ilimizi etkileyen asrın felaketi niteliğinde Akdeniz’in doğu kesiminde, Doğu ve Güneydoğu’da yaşadık. Gördük ki 24 yılda hiçbir ders almamışız. Deprem sonrasında acılar henüz taze iken herkes depremin suçlusu kim diyerek suçlu arayışına girdi. Önceki depremlerde olduğu gibi yine gözler müteahhitlere dikildi ve suçlular müteahhitlerdir denildi. Kimse başka yöne odaklanmadan müteahhitler hemen toplanıp cezalandırmaya gidilmeliydi.
Ancak belki ezber bozar nitelikte olacak ama buradan tekrar açıklıyorum yıkılan binaların asıl sorumlusu ve suçlusu biziz. Yani vatandaş. Ardından kamu yani devlet ve belediyeler. Bugünkü kanunlarda konutlara, yapılara imar ve iskân iznini veren belediyelerdir. Dolaylı olarak da siyasilerdir. Çok katlı binaların imar izni ise Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nın onayına tabi. Bu boyutuyla devletin bir kuruluşu da imar izninin bir parçasıdır. Dolayısıyla bir başka sorumlu devletin kendisidir, imar ve iskân aşamasında yeterli denetimi yapmadıkları için. Bu arada 2000’lerden sonra ortaya çıkan yapı denetim firmaları da direkt olarak sorumludur. Ancak bu firmaların sahiplerinin çoğunun belediyelerde meclis üyesi olması, encümen olması ya da siyasi kimlikte olması hasebiyle onlarda gerekli denetimi doğru ve düzgün bir şekilde yapmamaktadırlar. Deprem sonrası suçlular arasında en masumu müteahhitlerdir. Müteahhitler ellerindeki projeyi belediyeye onaylatmak suretiyle işe başlamaktadırlar. Bitiminde de yine projeye uygun yapılmış mı diye belediye denetiminde, belediye hem başlangıçta hem de bitimde tam anlamıyla denetimi yapmayınca, araya giren başka ilişkiler denetimin sağlıklı yapılmasına mâni olunca bu boyutuyla baktığımızda en masum en suçsuz müteahhitlerdir. Ancak yine de tamamen sorumsuz demiyorum ama en az sorumlu sıfıra yakın sorumlu ve suçludurlar. Eğer Belediye ve kamu tarafı adam gibi işini yapsa, denetimini hiçbir saik ve baskı içinde olmadan doğru bir şekilde yapmış olsa belki bugün bu sonuçlar ortaya çıkmazdı.
Konuyu biraz daha irdeleyelim vatandaş neden suçlu ve sorumlu onu izah etmeye çalışayım. Günümüzde ucuz daire isteyen vatandaş kaliteyi önemsemezse, arsasına daha fazla ev yapabilme saikiyle her türlü kılığa girerse, derme çatma bir iki kat ev yapmış olan vatandaş, oğlum evlenecek, kızım evlenecek, toruna daire yapmamız lazım gibi bir sürü mazeretle birkaç kat daha çıkabilmek için belediye başkanının etrafında fırıldak gibi dönerse, işini gördürmek için araya sokmadığı siyasi kalmıyorsa bina yıkılınca suçlu devlettir deyip velvele yapmayacak. Önce suçu kendinde arayacak. Devletin mekanizması da doğru işleyecek. Güven denetime mâni olmayacak. Bizim partiden diyerek kayırmacılık yapmayacak. Her şeyden önemlisi işi ehline verecek.
Olaylara bu perspektiften baktığımızda aslında biz toplum olarak bitmişiz ama bunu maalesef kimse görmüyor ve kabul etmiyor. Şirazeden çıktık. Hep gayri meşru, gayri yasal işlere tevessül ediyoruz. Hakkımız olmayan şeyleri talep ediyoruz. Ovalar tarım arazisi olduğu halde, Hatay da olduğu gibi, en verimli arazilerimizi Bursa’da, Balıkesir’de, Trakya da ve diğer illerimiz de hep betonla doldurduk. Neden, hep haksız yüksek kazanç elde etmek için. Pandemi sonrası da gördük. Dinlisi dinsizi, imanlısı, imansızı kiralar yükseldi deyip hep yüksek kiralara evlerimizi verdik. Eski kiracımızı çıkartmak için bin bir türlü fırıldak çevirdik. Allah aşkına buradan herkese soruyorum. Güya ülkemizin %99’u Müslüman. Allah’ın toprağına derme çatma bina dikip binanın 30. katını, bazı yerlerde 50. katını 8-10 milyona satmak hangi vicdana, hangi imana ve hangi insanlığa sığar. Devlet bile uyandı Toki ucuz arazi yaparken, Emlak Konut özel müteahhitler ile iş birliği yapıp hasılat paylaşımı adı altında hazine arazisine dikilen binaları 5-10 milyonluk gibi komik fiyatlara satmaya başladı. Bu konutları alan kim, para babaları ve vatandaşlık karşılığında yabancılar. Tabi 5-10 milyona alınan daireler 3-5 bin tl. ye kiraya verilse kurtarmaz. Dolayısıyla otomatik olarak kiralarda 10.000 tl. ve üzeri seviyelere çıkmakta. Bu binalar dikilirken yöneticilerin yaptığı hatalar yürek sızlatan cinsten. Bu kısma hiç girmiyorum. Peki bu konuları kim gündeme getiriyor, dillendiriyor. Maalesef hiç kimse.
Tepe bunu yaparken en dip vatandaş ne yapıyor. Toki kurasına giriyor. Hatta biraz parası varsa birkaç kişiyi kuraya sokuyor. Kura sonucu ev çıkarsa 1 tek kuruş ödemeden milyonları bulan rakamlara devir yapıyor. Sadece kurasını satıyor. Bu Allah’tan reva mıdır? Bu kazanç helal midir? Size soruyorum. Allah bize yine de sabrediyor. Topyekûn başımıza taş yağmıyorsa oturup dua edelim. Yine ucuz kurtulduk diyelim.
Nuh Tufanı gibi bir tufan ile cezalandırılmıyorsak oturup dua edelim ve kendimize gelelim. Bugün kendimizi ve çevremizi kandırabiliriz ama Allah’ı asla kandıramayız. Ahiret hayatında hassas tartan terazi ve çetin bir imtihan bizi bekliyor olacak.
YORUMLAR