İnsanlık, Hz. Adem (a.s)’dan bu yana Allah’ın gösterdiği yoldan uzaklaştıkça ve azgınlaştıkça, Allah (cc) zaman zaman gücünü göstererek, insanoğlunun yeniden doğru yolu bulabilmeleri için bazı felaketler ile uyarılarda bulunmuştur. Kimi zaman ise gönderdiği peygamberleri alaya alan, onun söyledikleriyle amel etmeyen toplumları toplu felaketler ile yok etmiştir. Ad kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi ve Nuh tufanı bunlara örnek olarak verilebilinir. Aslında bütün bunların hepsi ilahi bir uyarıdır. Anlayabilenler için.

Bugünde bunlara benzer bir vakıa yaşıyoruz. Çin’in Vuhan şehrinde ortaya çıkan ve bütün dünyayı kasıp kavuran, Müslüman-Müslüman olmayan, zengin-fakir gibi ayırım yapmadan her milletten ve her dinden insanı tehdit altına alan “Koronavirüs” bize ciddi bir uyarıdır.

Elbette hastalıklara karşı ciddi şekilde tedbirler alacağız. Üzerimize düşeni yapacağız sonrasında ise Allah’a sığınacağız. Burada kaçırdığımız çok önemli bir nüans var. İnsanın başına gelen yada şöyle diyelim insanlık aleminin başına gelen iyilikler de, felaketler de Allah’ın elinde olan bir şey. İyilikleri çoğaltmak ta, felaketleri üzerimize çekmek te bizim elimizde. Eğer biz Allah’ın çizdiği sınırlar içerisinde onun arzında aşırılığa kaçmadan, itidalli bir yol ile hayatımızı sürdürür isek hep iyiliklere düçar oluruz. Bunun aksini yapacak olursak, azgınlığa ve taşkınlığa doğru meyil edersek Allah (c.c.) bizi bazen yumuşak bir şekilde şefkat tokadı ile uyarır. Bu şefkat tokadı ile uyarıya da kulak asmaz isek, işte o zaman büyük felaketler ile karşı karşıya kalabiliriz.

Bugün bu virüs karşısında yapılması gereken, öncelikle tedbirlerimizi doğru bir şekilde alacağız, virüsten kurtulmak için neler yapılması gerekiyorsa insani olarak elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Bundan sonra sabır ve metanetle dua edeceğiz. Dua ile birlikte de tevekkül edeceğiz. Bizi yoktan Yaratan Rabbimize sığınacağız. Ama unutmamamız gereken en önemli şey “Sabır”. Sabır her türlü derde çare üretecektir. Neye sabır derseniz, Allah’tan gelene sabır.

Şuanda en çok sevdiklerimizden bile kaçıyoruz. Tıpkı kıyamet günü herkesin bir birinden kaçındığı gibi. “Sosyal mesafe adı” altında bir araya gelmekten imtina ediyoruz. Bütün bu boyutları ile baktığımızda virüs bize çok ders veriyor. Eğer anlayabilir isek. Elimizin altında imkanlar bile olsa virüs bu imkanları kullanmamıza müsaade etmiyor. İşin en acı boyutu da camiler gibi Allah’ın evi Kâbe bile boş kaldı, mahzun kaldı. Bundan daha büyük bir felaket olabilir mi? Bundan daha vahim bir durum olabilir mi?

Şimdi yapılması gereken nedir?

Öncelikle Rabbimize yönelerek affımızı istemeliyiz. Bolca dua ve niyazda bulunmalıyız.  Akabinde de en yakın akrabalarımız, dostlarımız ve sevdiklerimiz olmak üzere arayıp, hal hatır sormalı, bir ihtiyaçları olup olmadığı sorulmalıdır. Ekonomik olarak destek yapabilecek durumda isek, en yakınlarımızdan başlamak üzere ihtiyaç sahiplerini gözetmeliyiz. Devlet büyüklerinin uyarılarına kulak verip tedbir ve uyarılara harfiyen uymalıyız. Virüsün taşıyıcısı olmaktan da son derece imtina etmeliyiz. Bunun için en önemli uyarı olan “Evde kal” uyarısını hafife almayıp uymalıyız.

Bir virüs ile dünyanın dengesi bozuldu. Gelecekte nasıl ekonomik ve sosyal sonuçlar doğuracak, yaşarsak hep beraber göreceğiz. Dünyada böbürlenmenin, kibirlenmenin ve büyüklenmenin bir anlamı yok. Her zaman Allah’ın gücünün en büyük olduğunu kabul edip, dünyada oyun kurucuların bir planları varsa Allah’ın da bir planı olduğunu görmemiz lazım.

Allah’ın gücünün her şeye yeteceği inancı içerisinde, sabır ve metanetle bugünleri de atlatacağımıza inancımızı hiç kaybetmeyelim. Ve hayatımızı Allah’ın istediği şekilde yeniden düzenleyelim. İbadetlerimizde hassasiyetimizi koruyalım ve hiçbir zaman hiçbir kimseye karşı üstünlük taslamayalım. Üstünlük ancak takvadadır.