Önceden hayatımıza yön veren büyükler vardı. Bize ışık olan, yolumuzu aydınlatan, önümüze çıkabilecek muhtemel engelleri nasıl aşabileceğimizi bize öğreten, yol göstericimiz büyükler.
Hayatın her alanında var olan bu ilişkiye, biz usta-çırak ilişkisi diyorduk. Eğitimden, sanata, kültürden, iş dünyasına kadar bize rehberlik edenler bulunurdu. Kendi edindikleri tecrübeyi kendisinden sonra gelen nesillere aktarma gayretinde olan, gönüllük esasında çalışan bir müessese idi bu.
Öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum. Bizden ileride ki sınıflarda olan büyüklerimiz bizler ile ilgilenir, bize rehberlik ederlerdi. Bu rehberlik sadece derslerimizi kapsamıyordu. Hayata dair her şeyi kapsamakta idi. Bugün modern dünya da bunun adı “Koçluk Sistemi” oldu. Ve bazı rehber kişiler tarafından ücret ile yapılır oldu. Halbuki biz hiçbir ücret ödemeden, gönüllülük esası dairesinde ve dahası samimiyet çerçevesinde bunu alıyorduk. Usta–çırak ilişkisi içinde geçen hayatta da gelecekteki yaşayabileceğimiz problemler karşısında tecrübe kazanmış olanların öncülüğünde bizde hazırlıklı olmuş oluyorduk.
Bugün yeniden gönüllülük esası çerçevesinde uygulanan bu sisteme dönüş yapmalıyız. Toplum neredeyse kalabalılar içinde yalnızlaştı. Modern dünyanın içinde her şey metalaştı. Maddi imkanı olanlar modern yüzü koçluk olan ve bu işi yapan insanlardan para karşılığında ilham alır oldular. Ancak burada önemli bir ayrıntı, detay unutulmuş oluyor. Zira samimiyetin verdiği dersi, paranın gücü veremiyor.
Eskiden hayatın büyük bir kısmı köylerde idi. Köylerde herkes bağ, bahçe ve tarla işleri ile iştigal ederdi. Bir sonra gelen kuşak bütün bilgiyi, hayata dair engelleri ve nasıl aşılacağını kendinden önceki büyüklerinden öğrenirdi. Dahası bu hayatın içinde aynı evde en az 3 kuşak barınırdı. En küçükler, evin büyüğü dede ve ninelerimiz olan büyüklerin hayat prensiplerinden aldıkları terbiye ile büyürlerdi. Bu terbiye ve hayat bakışını bugün en kral hayat koçuna gitseniz, önüne çuvalla para koysanız alamazsınız. Şimdi hayatlar çekirdek aile içinde yürüyor. O nedenle büyüklerden küçüklere nasihatler ve hayat felsefesi bakış açıları iletimi kalmadı. İşte bu yüzden de çevremizdeki insanlardan bu tecrübeyi kazanmak zorundayız. Bu usta-çırak ilişkisini kendi imkanlarımız ile kurgulamalıyız. Aslında bugün topluma yön veren, toplumsal çalışma yürüten sivil toplum kuruluşları bu noktada öncülük edebilir. Sivil toplum kuruluşlarının kuruluş ruhunda bul olmalıdır. Ancak bizlere bireysel yaşamayı pohpohlayan kapitalizm buna engel olmaya çalışıyor. Kapitalizmin ruhunda sömürgecilik var. Halbuki bizi Ahi teşkilatımızın ruhunda ise toplumsal hayat, dayanışma, yardımlaşma ve rehberlik etme var. Köklerimize dönebilir isek tekrar bu ruhu yeniden yakalamış olacağız. Bizi var eden, var etmenin ötesinde güçlü kılan aslında bu Ahi Evrenlerin içindeki ruh.
Özellikle eğitim sistemi içinde çok büyük önem arz eden bu usta-çırak mantığı çerçevesinde, büyüklerin kendinden küçükler ile ilgilenmesi, rehberlik etmesi, dayanışma içinde olmaları, eğitimdeki kalitenin de artmasına dönük katkısı olacaktır. aynı zamanda eğitimde öğretmenlerin üzerine düşen yükte biraz olsun azaltılmış, büyükler tarafından paylaşılmış olacaktır.
Bazı sivil toplum kuruluşlarında görev yaptığımız arkadaşlar ile zaman zaman oturup değerlendirmeler yapıyoruz. Özellikle günümüzde ortak derdimiz olan gençliğin istediğimiz doğrultuda yetiştirilememesinden dem vurup, sürekli serzeniş halindeyiz. Halbuki önceki dönemlerde hayata geçirilmiş, oldukça da verim elde edilmiş, faydaları görülmüş, usta-çırak ilişkisine tekrar dönülebilmiş olsa dertlendiğimiz konunun çözüme kavuştuğuna şahit olacağız.
Toplumların gelişmesinde dayanışma ve yardımlaşma kültürü son derece etkin rol oynamıştır. Günümüzde de bu kültürü doğru bir şekilde yaşatmaya çalışırsak geleceğimize daha bir güvenle bakabiliriz. Özellikle bizim gibi doğu toplumlarının kökünde ve ruhunda bu var. Bunu tekrar yaşatmak için var gücümüzle gayret göstermeliyiz.
Her birimiz üzerine düşeni yaparak ve fedakarlık göstererek bu metodun yeniden ruh bulmasını sağlamalıyız.
Önceden hayatımıza yön veren büyükler vardı. Bize ışık olan, yolumuzu aydınlatan, önümüze çıkabilecek muhtemel engelleri nasıl aşabileceğimizi bize öğreten, yol göstericimiz büyükler.
Hayatın her alanında var olan bu ilişkiye, biz usta-çırak ilişkisi diyorduk. Eğitimden, sanata, kültürden, iş dünyasına kadar bize rehberlik edenler bulunurdu. Kendi edindikleri tecrübeyi kendisinden sonra gelen nesillere aktarma gayretinde olan, gönüllük esasında çalışan bir müessese idi bu.
Öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum. Bizden ileride ki sınıflarda olan büyüklerimiz bizler ile ilgilenir, bize rehberlik ederlerdi. Bu rehberlik sadece derslerimizi kapsamıyordu. Hayata dair her şeyi kapsamakta idi. Bugün modern dünya da bunun adı “Koçluk Sistemi” oldu. Ve bazı rehber kişiler tarafından ücret ile yapılır oldu. Halbuki biz hiçbir ücret ödemeden, gönüllülük esası dairesinde ve dahası samimiyet çerçevesinde bunu alıyorduk. Usta–çırak ilişkisi içinde geçen hayatta da gelecekteki yaşayabileceğimiz problemler karşısında tecrübe kazanmış olanların öncülüğünde bizde hazırlıklı olmuş oluyorduk.
Bugün yeniden gönüllülük esası çerçevesinde uygulanan bu sisteme dönüş yapmalıyız. Toplum neredeyse kalabalılar içinde yalnızlaştı. Modern dünyanın içinde her şey metalaştı. Maddi imkanı olanlar modern yüzü koçluk olan ve bu işi yapan insanlardan para karşılığında ilham alır oldular. Ancak burada önemli bir ayrıntı, detay unutulmuş oluyor. Zira samimiyetin verdiği dersi, paranın gücü veremiyor.
Eskiden hayatın büyük bir kısmı köylerde idi. Köylerde herkes bağ, bahçe ve tarla işleri ile iştigal ederdi. Bir sonra gelen kuşak bütün bilgiyi, hayata dair engelleri ve nasıl aşılacağını kendinden önceki büyüklerinden öğrenirdi. Dahası bu hayatın içinde aynı evde en az 3 kuşak barınırdı. En küçükler, evin büyüğü dede ve ninelerimiz olan büyüklerin hayat prensiplerinden aldıkları terbiye ile büyürlerdi. Bu terbiye ve hayat bakışını bugün en kral hayat koçuna gitseniz, önüne çuvalla para koysanız alamazsınız. Şimdi hayatlar çekirdek aile içinde yürüyor. O nedenle büyüklerden küçüklere nasihatler ve hayat felsefesi bakış açıları iletimi kalmadı. İşte bu yüzden de çevremizdeki insanlardan bu tecrübeyi kazanmak zorundayız. Bu usta-çırak ilişkisini kendi imkanlarımız ile kurgulamalıyız. Aslında bugün topluma yön veren, toplumsal çalışma yürüten sivil toplum kuruluşları bu noktada öncülük edebilir. Sivil toplum kuruluşlarının kuruluş ruhunda bul olmalıdır. Ancak bizlere bireysel yaşamayı pohpohlayan kapitalizm buna engel olmaya çalışıyor. Kapitalizmin ruhunda sömürgecilik var. Halbuki bizi Ahi teşkilatımızın ruhunda ise toplumsal hayat, dayanışma, yardımlaşma ve rehberlik etme var. Köklerimize dönebilir isek tekrar bu ruhu yeniden yakalamış olacağız. Bizi var eden, var etmenin ötesinde güçlü kılan aslında bu Ahi Evrenlerin içindeki ruh.
Özellikle eğitim sistemi içinde çok büyük önem arz eden bu usta-çırak mantığı çerçevesinde, büyüklerin kendinden küçükler ile ilgilenmesi, rehberlik etmesi, dayanışma içinde olmaları, eğitimdeki kalitenin de artmasına dönük katkısı olacaktır. aynı zamanda eğitimde öğretmenlerin üzerine düşen yükte biraz olsun azaltılmış, büyükler tarafından paylaşılmış olacaktır.
Bazı sivil toplum kuruluşlarında görev yaptığımız arkadaşlar ile zaman zaman oturup değerlendirmeler yapıyoruz. Özellikle günümüzde ortak derdimiz olan gençliğin istediğimiz doğrultuda yetiştirilememesinden dem vurup, sürekli serzeniş halindeyiz. Halbuki önceki dönemlerde hayata geçirilmiş, oldukça da verim elde edilmiş, faydaları görülmüş, usta-çırak ilişkisine tekrar dönülebilmiş olsa dertlendiğimiz konunun çözüme kavuştuğuna şahit olacağız.
Toplumların gelişmesinde dayanışma ve yardımlaşma kültürü son derece etkin rol oynamıştır. Günümüzde de bu kültürü doğru bir şekilde yaşatmaya çalışırsak geleceğimize daha bir güvenle bakabiliriz. Özellikle bizim gibi doğu toplumlarının kökünde ve ruhunda bu var. Bunu tekrar yaşatmak için var gücümüzle gayret göstermeliyiz.
Her birimiz üzerine düşeni yaparak ve fedakarlık göstererek bu metodun yeniden ruh bulmasını sağlamalıyız.
YORUMLAR