İyi bir yaşam kalitesi için öncelikle insanların doğru ve sağlıklı beslenmesi gerekir. Bunu da sağlayacak olan tabii ve bitkisel ürünlerdir.
Sağlıklı ve sürdürülebilir bir dünya için iyi beslenme konusu herkesin gündemini meşgul eden önemli bir mesele olarak her zaman gündeme gelmiştir. Besin olarak tükettiğimiz bitkiler sürdürülebilir hayat için gerekli olan oksijeni ve besini sağlayarak sağlığımızı korumaktadırlar. Bu nedenle ne tükettiğimizi iyi bilmeliyiz. Sağlığımıza katkı sunabilmesi için tükettiğimiz ürünlerin besin değeri ile birlikte sağlık sunan yönü de olmalıdır. Bunu da bize sağlayan günümüzde çok daha fazla önem kazanan tıbbi ve aromatik bitkilerdir.
Bitkiler sadece bir besin kaynağı değil aynı zamanda tedavi amaçlı kullanılan ürünlerdir. Bitkilerin tedavi amaçlı kullanımı insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. Yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular bugün bize insan ile tabiattaki ilaç arayışı arasındaki bağlantının insanlığın ilk dönemlerinden bu yana devam edip geldiğini göstermektedir. İnsanların ilaçları bitkilerin köklerinde, yapraklarında, kabuklarında, tohumlarında, meyvelerinde ve diğer kısımlarında aramayı öğrenmesi, hastalıklara karşı uzun yıllar süren mücadelelerin bir sonucudur. İnsanlık tarihini incelediğimiz de tıbbi bitkiler üzerine yazılmış olan ilk eserleri Dünyanın antik kültür merkezleri olan Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, Çin ve Hint Medeniyetlerinde görürüz. Dünya üzerinde tarımın ilk defa M.Ö. 8000-7000 yılları arasında Mezopotamya bölgesinde başladığı tahmin edilmektedir. Şifalı bitkilerin ilaç yapımında kullanıldığına dair en eski yazılı kanıt yine günümüzden 5000 yıl öncesi M.Ö. 3000’li yıllarda yazılmış Sümer Kil yazıtıdır. Bu yazıtta haşhaş, banotu ve adamotu gibi alkaloit içeren bitkiler dahil 250’den fazla çeşit bitkiye atıfta bulunulmakta ve bunlardan 12 farklı ilaç hazırlandığı anlatılmaktadır.
Yine M.Ö. 2500’lü yıllarda Çin İmparatoru Shen Nung tarafından kökler ve otlar üzerine hazırlattırılan “Pen T’Sao” isimli kitapta 365 kadar şifalı bitkinin kurutulmuş kısımlarından tıbbi bitkiler elde edildiğine değinilmektedir. Antik Mısır’da da M.Ö. 1550’li yıllarda yazılan “Elbers Papirüsü”nde de nar, hintyağı bitkisi, sarımsak, soğan, incir, söğüt, kişniş ve ardıç başta olmak üzere 700’den fazla bitki üzerinde çalışmalar yapılmış tıbbi formüller oluşturulmuş ve yeni tedavi yöntemleri bulunmaya çalışılmıştır. Tarihi M.Ö. 3000’li yıllara uzanan eski Hint kültüründe de geliştirilen tıbbi yöntemler yüzyıllar boyunca dünyanın değişik bölgelerine özellikle de Batı’ya taşınmıştır. Antik Hint medeniyetinde eczacılıkta çok gelişmiş Sushruta’nın yayınlamış olduğu eserinde yaklaşık 760 çeşit bitki üzerinde çalışma yaptığı anlatılmaktadır. Antik Yunan ve Roma’da tıbbi bitkiler üzerine yapılan çalışmalara Homereos İlyada ve Odysseia destanlarında yer vermiştir. Özellikle ünlü Yunan hekim Hippokrates M.Ö. 460-370 yaşadığı dönemde 360’tan fazla şifalı bitki üzerinde çalışma yapmıştır. Pelin otu, kırmızı kantaron, haşhaş, banotu, güzelavrat otu, adamotu, kereviz, maydadoz, kuşkonmaz ve sarımsak başta olmak üzere diğer bitkiler üzerinde yaptığı çalışmaların fizyolojik etkilerini ortaya çıkartarak bir sıralama geliştirmiştir. Hippokrates’in ortaya koyduğu eser dönemin en ünlü eseri olarak kabul edilmiş günümüze kadar da etkisi devam etmiştir. Hippoktares’in ardından M.Ö. 371-207 yılları arasında yaşayan Theophrastus’da 500’den fazla şifalı bitki üzerinde çalışma yapmış, bitkilerin toksik etkilerinden bahsetmiş hangi dozlarda kullanılması gerektiğini ortaya koymuştur. Theophrastus’un şifalı bitkileri tanımlaması ve sınıflandırması konularını ele alması nedeniyle “Botaniğin Babası” olarak tanınmıştır.
M.S. 77 yılında “De Materia Medica” isimli eseri ortaya koyan Dioscorides’te yaptığı çalışmalar neticesinde “Farmakognozinin Babası” olarak kabul edilmiş şifalı bitkiler üzerine yaptığı derin ve etkili çalışmalar sonucu ortaya çıkan eseri Orta Çağ ve Rönesans dönemine kadar temel bir kaynak olmuştur. Orta çağ Avrupa’sında da şifalı bitkiler üzerine çalışmalar hız kesmeden devam etmiştir.
Avrupalıların yanı sıra İslam dünyasında da şifalı bitkiler üzerine çalışma yapan önemli hekimler olmuştur. Bunların başında Ebubekir Muhammed Zekeriya Razi, Ebu Hanife Ahmet bin Davut Dinaveri, Ebu Reyhan el-Biruni, İbn-i Sina ve İbn’ül Baytar gelmektedir. Özellikle Özbekistan’da dünyaya gelen İbn-i Sina yedi yüz yıl boyunca tıp alanında temel kaynak eser niteliğini taşıyan “El-Kanun fi’t Tıb” eseri ile hekimlerin önderi konumuna gelmiştir. İbn’ül Baytar ise bitkiler üzerine yaptığı araştırma ile Orta Çağ’ın en büyük botanikçisi unvanını kazanmıştır. “El-Müfredat” isimli eserinde 300’ü kendi keşfi olan toplamda 1400 farklı bitki üzerinde yaptığı inceleme ve araştırmalara yer vererek ansiklopedik tanım ve tarifler ortaya koymuştur.
Amerika’nın keşfi ile o güne kadar kayıtlı olan tıbbi bitkilere çok sayıda yenileri de eklenmiş 17. yüzyılda Avrupa tıbbında bunlar kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa’da hızla gelişen tıbbi bitkilerin tedavi amaçlı kullanılmasına 1755-1843 yıllarında yaşayan Samuel Hahnemann “Homeopati” yi kurarak farklı bir bakış açısı getirmiştir. Samuel Hahnemann herhangi bir madde kişiyi hasta edebiliyorsa aynı zamanda iyileştirebilir felsefesi ile çıktığı yolda tıbbi bitkilerden faydalanarak yeni şeyler geliştirmiştir. 19. ve 20. yüzyılda da sanayileşme ile birlikte ilaç sanayiinde kimyevi
Ülkemizin coğrafi konumu sebebiyle, iklim ve toprak özelliklerinden dolayı tabii forasında 10.000’den fazla tıbbi ve aromatik bitki bulunmaktadır. Bunun yaklaşık 3500 civarında olanı endemik bitkidir. Tabii florası dışında yetiştiriciliği yapılan birçok tür de bugün geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanında kullanılmaktadır. Bugün birçok belediye, üniversite ve özel kuruluşlar tıbbi ve aromatik bitki yetiştiriciliği işi ile uğraşanlara çok ciddi destekler vermektedir. Özelikle Antalya İl Tarım ve Orman Müdürlüğü Pandemi sürecinden bu yana online yaptığı eğitimler kapsamında bu konuya çok yer vererek önemine vurgu yapmaya çalışmıştır. Son yıllarda tıbbi ve aromatik bitkilerde yapılan “ekstrasyon” işlemleri ile kullanımı daha rantabl hale getirilmeye çalışılmaktadır. Uçucu yağı elde edilen ürünlerin sağlık alanında ve kozmetik alanında kullanımını yaygınlaştırılmaktadır.
Yapılan araştırmalara göre son yıllarda geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanında tıbbi ve aromatik bitkileri en çok kullanan ülke %70 kullanımla Çin lider konumdadır. Çin’i Kanada, Fransa, Avustralya, Amerika ve Belçika takip etmektedir. Ülkemizde de yaygınlaşan kullanıma paralel üreticileri de artmaktadır. Ancak bu konuda üretim yapanlar yeteri destek ve ilgi göremediklerinden yakınmaktadırlar.
Tıbbi ve aromatik bitkiler gelecek yüzyılda bütün dünyanın en önemli gündemi olmaya devam edecektir. Zira sadece tıbbi anlamda değil, sanayi alanında, kozmetik sanayiinde, sofraların vazgeçilmezi baharat anlamında ve diğer alanlarda kullanımı yaygınlaştıkça talebi çok olacaktır. Yine tıbbi ve aromatik bitkiler birçok ürüne göre ekonomik değeri de yüksek ürünlerdir.
Sağlıklı ve sürdürülebilir bir dünya için iyi beslenme konusu herkesin gündemini meşgul eden önemli bir mesele olarak her zaman gündeme gelmiştir. Besin olarak tükettiğimiz bitkiler sürdürülebilir hayat için gerekli olan oksijeni ve besini sağlayarak sağlığımızı korumaktadırlar. Bu nedenle ne tükettiğimizi iyi bilmeliyiz. Sağlığımıza katkı sunabilmesi için tükettiğimiz ürünlerin besin değeri ile birlikte sağlık sunan yönü de olmalıdır. Bunu da bize sağlayan günümüzde çok daha fazla önem kazanan tıbbi ve aromatik bitkilerdir.
Bitkiler sadece bir besin kaynağı değil aynı zamanda tedavi amaçlı kullanılan ürünlerdir. Bitkilerin tedavi amaçlı kullanımı insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. Yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular bugün bize insan ile tabiattaki ilaç arayışı arasındaki bağlantının insanlığın ilk dönemlerinden bu yana devam edip geldiğini göstermektedir. İnsanların ilaçları bitkilerin köklerinde, yapraklarında, kabuklarında, tohumlarında, meyvelerinde ve diğer kısımlarında aramayı öğrenmesi, hastalıklara karşı uzun yıllar süren mücadelelerin bir sonucudur. İnsanlık tarihini incelediğimiz de tıbbi bitkiler üzerine yazılmış olan ilk eserleri Dünyanın antik kültür merkezleri olan Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, Çin ve Hint Medeniyetlerinde görürüz. Dünya üzerinde tarımın ilk defa M.Ö. 8000-7000 yılları arasında Mezopotamya bölgesinde başladığı tahmin edilmektedir. Şifalı bitkilerin ilaç yapımında kullanıldığına dair en eski yazılı kanıt yine günümüzden 5000 yıl öncesi M.Ö. 3000’li yıllarda yazılmış Sümer Kil yazıtıdır. Bu yazıtta haşhaş, banotu ve adamotu gibi alkaloit içeren bitkiler dahil 250’den fazla çeşit bitkiye atıfta bulunulmakta ve bunlardan 12 farklı ilaç hazırlandığı anlatılmaktadır.
Yine M.Ö. 2500’lü yıllarda Çin İmparatoru Shen Nung tarafından kökler ve otlar üzerine hazırlattırılan “Pen T’Sao” isimli kitapta 365 kadar şifalı bitkinin kurutulmuş kısımlarından tıbbi bitkiler elde edildiğine değinilmektedir. Antik Mısır’da da M.Ö. 1550’li yıllarda yazılan “Elbers Papirüsü”nde de nar, hintyağı bitkisi, sarımsak, soğan, incir, söğüt, kişniş ve ardıç başta olmak üzere 700’den fazla bitki üzerinde çalışmalar yapılmış tıbbi formüller oluşturulmuş ve yeni tedavi yöntemleri bulunmaya çalışılmıştır. Tarihi M.Ö. 3000’li yıllara uzanan eski Hint kültüründe de geliştirilen tıbbi yöntemler yüzyıllar boyunca dünyanın değişik bölgelerine özellikle de Batı’ya taşınmıştır. Antik Hint medeniyetinde eczacılıkta çok gelişmiş Sushruta’nın yayınlamış olduğu eserinde yaklaşık 760 çeşit bitki üzerinde çalışma yaptığı anlatılmaktadır. Antik Yunan ve Roma’da tıbbi bitkiler üzerine yapılan çalışmalara Homereos İlyada ve Odysseia destanlarında yer vermiştir. Özellikle ünlü Yunan hekim Hippokrates M.Ö. 460-370 yaşadığı dönemde 360’tan fazla şifalı bitki üzerinde çalışma yapmıştır. Pelin otu, kırmızı kantaron, haşhaş, banotu, güzelavrat otu, adamotu, kereviz, maydadoz, kuşkonmaz ve sarımsak başta olmak üzere diğer bitkiler üzerinde yaptığı çalışmaların fizyolojik etkilerini ortaya çıkartarak bir sıralama geliştirmiştir. Hippokrates’in ortaya koyduğu eser dönemin en ünlü eseri olarak kabul edilmiş günümüze kadar da etkisi devam etmiştir. Hippoktares’in ardından M.Ö. 371-207 yılları arasında yaşayan Theophrastus’da 500’den fazla şifalı bitki üzerinde çalışma yapmış, bitkilerin toksik etkilerinden bahsetmiş hangi dozlarda kullanılması gerektiğini ortaya koymuştur. Theophrastus’un şifalı bitkileri tanımlaması ve sınıflandırması konularını ele alması nedeniyle “Botaniğin Babası” olarak tanınmıştır.
M.S. 77 yılında “De Materia Medica” isimli eseri ortaya koyan Dioscorides’te yaptığı çalışmalar neticesinde “Farmakognozinin Babası” olarak kabul edilmiş şifalı bitkiler üzerine yaptığı derin ve etkili çalışmalar sonucu ortaya çıkan eseri Orta Çağ ve Rönesans dönemine kadar temel bir kaynak olmuştur. Orta çağ Avrupa’sında da şifalı bitkiler üzerine çalışmalar hız kesmeden devam etmiştir.
Avrupalıların yanı sıra İslam dünyasında da şifalı bitkiler üzerine çalışma yapan önemli hekimler olmuştur. Bunların başında Ebubekir Muhammed Zekeriya Razi, Ebu Hanife Ahmet bin Davut Dinaveri, Ebu Reyhan el-Biruni, İbn-i Sina ve İbn’ül Baytar gelmektedir. Özellikle Özbekistan’da dünyaya gelen İbn-i Sina yedi yüz yıl boyunca tıp alanında temel kaynak eser niteliğini taşıyan “El-Kanun fi’t Tıb” eseri ile hekimlerin önderi konumuna gelmiştir. İbn’ül Baytar ise bitkiler üzerine yaptığı araştırma ile Orta Çağ’ın en büyük botanikçisi unvanını kazanmıştır. “El-Müfredat” isimli eserinde 300’ü kendi keşfi olan toplamda 1400 farklı bitki üzerinde yaptığı inceleme ve araştırmalara yer vererek ansiklopedik tanım ve tarifler ortaya koymuştur.
Amerika’nın keşfi ile o güne kadar kayıtlı olan tıbbi bitkilere çok sayıda yenileri de eklenmiş 17. yüzyılda Avrupa tıbbında bunlar kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa’da hızla gelişen tıbbi bitkilerin tedavi amaçlı kullanılmasına 1755-1843 yıllarında yaşayan Samuel Hahnemann “Homeopati” yi kurarak farklı bir bakış açısı getirmiştir. Samuel Hahnemann herhangi bir madde kişiyi hasta edebiliyorsa aynı zamanda iyileştirebilir felsefesi ile çıktığı yolda tıbbi bitkilerden faydalanarak yeni şeyler geliştirmiştir. 19. ve 20. yüzyılda da sanayileşme ile birlikte ilaç sanayiinde kimyevi
Ülkemizin coğrafi konumu sebebiyle, iklim ve toprak özelliklerinden dolayı tabii forasında 10.000’den fazla tıbbi ve aromatik bitki bulunmaktadır. Bunun yaklaşık 3500 civarında olanı endemik bitkidir. Tabii florası dışında yetiştiriciliği yapılan birçok tür de bugün geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanında kullanılmaktadır. Bugün birçok belediye, üniversite ve özel kuruluşlar tıbbi ve aromatik bitki yetiştiriciliği işi ile uğraşanlara çok ciddi destekler vermektedir. Özelikle Antalya İl Tarım ve Orman Müdürlüğü Pandemi sürecinden bu yana online yaptığı eğitimler kapsamında bu konuya çok yer vererek önemine vurgu yapmaya çalışmıştır. Son yıllarda tıbbi ve aromatik bitkilerde yapılan “ekstrasyon” işlemleri ile kullanımı daha rantabl hale getirilmeye çalışılmaktadır. Uçucu yağı elde edilen ürünlerin sağlık alanında ve kozmetik alanında kullanımını yaygınlaştırılmaktadır.
Yapılan araştırmalara göre son yıllarda geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanında tıbbi ve aromatik bitkileri en çok kullanan ülke %70 kullanımla Çin lider konumdadır. Çin’i Kanada, Fransa, Avustralya, Amerika ve Belçika takip etmektedir. Ülkemizde de yaygınlaşan kullanıma paralel üreticileri de artmaktadır. Ancak bu konuda üretim yapanlar yeteri destek ve ilgi göremediklerinden yakınmaktadırlar.
Tıbbi ve aromatik bitkiler gelecek yüzyılda bütün dünyanın en önemli gündemi olmaya devam edecektir. Zira sadece tıbbi anlamda değil, sanayi alanında, kozmetik sanayiinde, sofraların vazgeçilmezi baharat anlamında ve diğer alanlarda kullanımı yaygınlaştıkça talebi çok olacaktır. Yine tıbbi ve aromatik bitkiler birçok ürüne göre ekonomik değeri de yüksek ürünlerdir.
YORUMLAR