Mutluluk her insanda farklı bir duygu durumudur. Bütün insanlar mutlu olmayı ve mutluluğu iliklerine kadar yaşamayı isterler. Bu bütün bireylere seratonimi hormonunun salgılanmasına yardımcı olur. Beynimizde bulunan hücreler arasındaki kimyasal etkileşime “mutluluk hormonu ”adını veriyoruz. Tabii bu hormon yeterli salgılanmazsa mutsuzluk, sosyal ilişkilerde sorunlar, cinsel hayatımızda olumsuzluklar, uyku sorunları ve iştah sorunları yaşamaya başlıyoruz.

     Mutluluğu ve mutluluğu oluşturan hormonu bilimsel bir şekilde ifade etmeye çalıştım ama; amacım bir sağlık köşesi ya da bilimsel araştırmalar köşesi oluşturmak değil. Ne kadar mutluyuz ve bu hormonu şu günlerde ne kadar salgılayabiliyoruz? Dönüp bakıyoruz kendimize, etrafımıza… Neler oluyor?

    Tam mutluluk hormonumuzu harekete geçireceğimiz anda Elazığ’da meydana gelen 6,8’lik depremle uyanıyoruz yeni bir güne. Kaygılarımız ve panik ataklarımız artıyor. Peki ya sonra: Manisa Akhisar-Kırkağaç sallanıyor bu sefer zangır zangır…

 Birden agresifleşiyor üzgün, depresif oluveriyoruz. Elimizde olmayan, doğal sebeplerden dolayı.

Her şey yoluna girdi hayatımızın en güzel anlarını yaşıyoruz derken İdlib’ten gelen şehit haberiyle sarsılıyoruz bu sefer. Şehitlerimizin baba ocağına düşen ateş önce ailelerini, sonra bizi yakıyor. Birbirimize kenetlenmeye devam ediyoruz. Mutluluk seratonimisini salgılama çabalarımız hala sürüyor. Direniyoruz…

Eğer bu hormonumuzu doğru bir şekilde salgılarsak beynimize doğru komutlar gönderebiliyoruz. Özellikle hamilelik döneminde seratonimi salgılayan anneler bebeklerinin mutlu olmasına yardımcı oluyor. Daha sakin, daha odaklı, endişeli olmayan  bireyler dünyaya getiriyorlar.

    Gündemimizi değiştirelim, iç huzurumuzdan bahsedelim derken birden bir başka felaket haberi geliyor. Van Başkale’de meydana gelen çığ felaketi içimizi  buz gibi yakıyor. Haber kaynaklarında ve internetten paylaşılan olay yeri ile ilgili  fotoğraflar tabiri çok uygunsa  beynimizi yakıyor. Mutluluk hormonumuzu salgılamayı biraz daha erteliyoruz. Ruh halimiz değişiyor birden. Saldırganlaşıyoruz… Sağımıza, solumuza zarar vermeye başlıyoruz. Farkındayız ya da değiliz…

Mutsuzluğumuz başkalarının mutluluğundan beslenmeye başlıyor. İş arkadaşlarımıza, eşimize, dostumuza kötü ifadeler sarf ediyor, canlarını acıtıyor, kalplerini kırıyoruz. Bundan rahatsız bile olmuyoruz. Güzel şeyler düşünememeye başlıyoruz. Olaylar ve olgular karşısında kaybettiklerimizin yanında kazandıklarımızın da artık bizimle yaşayacağını fark etmeye başlıyoruz. Evet, kabul edelim. Bunu yapıyoruz. Bir yerlerde birileri acı çekerken biz bir kıraathanede çayımızı yudumlayıp, gazetemizi okuyabiliyoruz. Bir ganyan bayisinde -bana bir şans dile- deyip kuponlarımızı doldurmaya devam ediyoruz. Parklar, bahçeler, eğlence mekanları dolup taşmaya devam ediyor. Yaşananlara rağmen hayatımıza devam ediyoruz. Yalnız hala seratonimi salgılayamadık.

        Ülkemizde yaşanan acı-tatlı olaylar bizim biraz da uyanmamıza yardımcı oluyor. Rahat bir yaşam isteğinin daha çok ihtiyaç olduğunu öğreniyoruz. Bu kış günlerinde çadırda yaşayan insanlar sadece barınma ve karın doyurabilme telaşındalar. Onları düşünüyoruz. İhtiyaçlarımız bazen isteklerimizin önüne geçebiliyor. Elimizdekilerle yetinmeyi, mutlu olabilmeyi başarabiliyoruz. Hayatın bize sunduklarıyla yetinmek zorunda olduğumuzun farkına varıyoruz şükrediyoruz…

İşte mutluluk bu diyoruz. Hayat küçük, büyük mutluluklar çıkarıyoruz önümüze. Yetinmeyi öğreniyoruz. Yaşananlara ve yaşadıklarımıza rağmen mutlu olmayı hakkediyoruz. Sizce de öyle değil mi? Bunu mümkün kılmak,kilabilmek elimizde. Mutlu olmaya çalışmak. Kendi sağlığımız, toplum sağlığımız, geleceğimiz için buna mecburuz. Bunun farkında olalım ne olur. Seviyor, seviliyoruz…

Mutlu Seratonimiler….