Bazı hikayeler vardır ibret dolu. Bu yazımızda sizlere anlatacağım hikâyede bunlardan biri. İnsanı düşünmeye sevk eden ve hayatımıza yön verecek olan bu ibretlik hikâye bir yılan ile bir insanın başından geçen bir olay. Doğruluğu ve yaşanmışlığı bir kenara koyacak olursak verdiği ders çok anlamlı ve önemli.
Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaratana olan aşkı yılan bile olsa yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ”Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edeceğim” demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve ”Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim!” demiş.
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi de dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Bir gün oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış.
Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını ona anlatmış. ”Kör kuyunun başına git ve oğlum olduğunu söyle; yılan sana altın verecek!” demiş. Oğlu, babasının bu anlattığına inanmamış. Ancak yine de bahsettiği yere gitmiş. Yılan önce korkup saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, ”Kim bilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!” diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve onu öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış ve kuyunun başına gitmiş. Oraya vardığında oğlunun cansız bedeni ile karşılaşmış. O anda yılanda görünmüş; yılan kanlar içinde ve kuyruğu yok imiş.
Oduncu yaşanan durumu anlamış ve çok üzülmüş. Bir yanda canının parçası oğlu yerde cansız şekilde yatıyor diğer yanda da yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı. ”Hatalı olan oğlum olmalı!” diyerek yılandan özür dilemiş. Yılana:
”Tekrar dost olalım!” demiş.
Yılan ise acı acı gülümseyerek: ”Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!” demiş.
Hikâye böyle acı bir son ile nihayete eriyor. Bize de şunu söylüyor. İnsanlar, hayatlarının geçmiş dönemlerinde zarar ve kötülük görmüş olabilirler. Hani bir söz var kötülük eden kötülük, iyilik edende iyilik bulur. Hiçbir kötülük ve iyilik karşılıksız kalmaz. Hayat devam ederken birçok kimse kötülüğe karşı kötülükle karşılık verebilir. Ama önemli olan kötülüğe karşı iyilikle muamele de bulunmaktır. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geçmişi kurcalamanın hiç kimseye bir faydası yoktur.
Sözün özü güneş battıktan sonra ağlayıp, sızlamanın hiçbir faydası yoktur. Ancak güneş doğarken ne yapmamız gerektiğine karar vermeliyiz. Vaktiyle yapılan kötülükten dolayı intikam almak yerine barış ve sükûneti tercih etmeliyiz.
Kısaca şöyle diyebiliriz. Kertenkele gibi yaşamayı öğrenip kuyruğu orada burada bırakarak kuyruk acısı çekmekten vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde geride bıraktıklarımız bize acı vermeye devam eder gider.
Zamanın birinde, bir oduncu ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaratana olan aşkı yılan bile olsa yaratılana yansımış ve yılana vurmaya kıyamamış. Yılanda duygulanmış ve dile gelmiş. ”Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, bende sana iyilik edeceğim” demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve ”Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim!” demiş.
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Ailesi de dahil hiç kimseye olanı biteni anlatmamış. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Oduncu yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Bir gün oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış.
Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını ona anlatmış. ”Kör kuyunun başına git ve oğlum olduğunu söyle; yılan sana altın verecek!” demiş. Oğlu, babasının bu anlattığına inanmamış. Ancak yine de bahsettiği yere gitmiş. Yılan önce korkup saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, ”Kim bilir daha ne kadar altın var kuyunun içinde!” diye düşünmüş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve onu öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış ve kuyunun başına gitmiş. Oraya vardığında oğlunun cansız bedeni ile karşılaşmış. O anda yılanda görünmüş; yılan kanlar içinde ve kuyruğu yok imiş.
Oduncu yaşanan durumu anlamış ve çok üzülmüş. Bir yanda canının parçası oğlu yerde cansız şekilde yatıyor diğer yanda da yıllardır velinimeti olan yılanda yaralı. ”Hatalı olan oğlum olmalı!” diyerek yılandan özür dilemiş. Yılana:
”Tekrar dost olalım!” demiş.
Yılan ise acı acı gülümseyerek: ”Çok isterdim ama sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız!” demiş.
Hikâye böyle acı bir son ile nihayete eriyor. Bize de şunu söylüyor. İnsanlar, hayatlarının geçmiş dönemlerinde zarar ve kötülük görmüş olabilirler. Hani bir söz var kötülük eden kötülük, iyilik edende iyilik bulur. Hiçbir kötülük ve iyilik karşılıksız kalmaz. Hayat devam ederken birçok kimse kötülüğe karşı kötülükle karşılık verebilir. Ama önemli olan kötülüğe karşı iyilikle muamele de bulunmaktır. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geçmişi kurcalamanın hiç kimseye bir faydası yoktur.
Sözün özü güneş battıktan sonra ağlayıp, sızlamanın hiçbir faydası yoktur. Ancak güneş doğarken ne yapmamız gerektiğine karar vermeliyiz. Vaktiyle yapılan kötülükten dolayı intikam almak yerine barış ve sükûneti tercih etmeliyiz.
Kısaca şöyle diyebiliriz. Kertenkele gibi yaşamayı öğrenip kuyruğu orada burada bırakarak kuyruk acısı çekmekten vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde geride bıraktıklarımız bize acı vermeye devam eder gider.
YORUMLAR