İki aylık karantinadan sonra İstanbul’da yaptığımız sahurun akabinde Karacaoğlan’ın şiirlerinde süslediği, Edeler’in memleketi Kahramanmaraş’a doğru hareket ettik. Yolculuğumuz keyifli geçiyordu, zira yollar bomboştu. Acele etmeden yavaş yavaş yol almaya çalıştık. Ramazan ayı ve sıcak havaya rağmen yolculuğumuzun ilk durağı Adana’nın Tufanbeyli ilçesine uğradık. Tufanbeyli ziyaretinin ardından Göksun üzerinden Ashab-ı Kehf mağarasını ilçesinde barındıran, çağın Ashab-ı Kehf’i olma yolunda mücadele veren Afşinlilerin memleketine ulaşmış olduk. Yolculuğumuzda bana eşlik eden yol arkadaşım, Afşinli, Kahramanmaraş’ın yedi güzel insanının güzelliği kendisine siret etmiş dostumuz Mahmut Gökşen. Afşin merkezde Durdu hocamızı da yanımıza alarak iftar edeceğimiz Afşin’in Büyüksevin köyüne doğru hareket ettik. Kısa bir süre sonra Mahmut Gökşen kardeşimizin doğup büyüdüğü köye ulaşmış olduk. Bir taraftan Berid dağları, diğer taraftan da Binboğa dağları ile çevrili olması ve iki dağın tepesindeki karlardan dolayı da serin bir hava hakimdi köyde.
Köye geleceğimizi öğrenen köylüler hummalı bir hazırlık içine girmişler. Serin bir Mayıs akşamında eski zamanlarda kullanılan, şimdilerde ise nadiren de olsa varlığını devam ettiren, bizim oralarda kuzine dediğimiz odun sobası yakılmış. Soba, ısısı ile havayı kırarak, soğuk ve serin havayı ısıtıyordu. Bir yandan da bu sobanın gözünde Afşin’e özgün mis gibi çörekler pişiriliyordu.
İftar soframıza tat katan çöreklerin bir kısmı hazır halde bizi bekliyor bir kısmı da sobada pişmeye devam ediyordu. İftar menüsü gayet sadeydi. Ancak sadeliğin ötesinde inanılmaz lezzetteydi. Peynirli ve yöreye ait otlardan içi doldurulmuş çöreklerin yanı sıra, kıymalı çörekler, kıymalı pidelerin hepsi odun ateşinde pişirilmiş, odun ateşinin lezzeti içlerine sinmişti. Bu inanılmaz lezzetler tadılmaya değerdi. Çöreklerin yanında bol köpüklü ayran, bahçeden taze taze toplanmış tere, taze soğan ve marul vardı. Ayrıca Kahramanmaraş’a özgü tarhana çorbası. Menünün yanı sıra ortam da muhteşem güzellikte ve gayet doğaldı. Kuş sesleri, cıvıltıları arasında, topraktan yapılmış bir evin bahçesindeydik. Bütün köylerde olduğu gibi burada da, evin alt kısmı genellikle hayvanlar için kullanılacak şekilde yapılmış. Şimdiler de bu bölümde hayvanlar yok, onun yerine bu kısım ardiye olarak kullanılıyor. Evin üst kısmı ise o ev halkının kullandığı yer olarak tasarlanmış. Evin önündeki bahçe içinde mis gibi havayı koklarken bir yandan da karşımızdaki Maraş’ın meşhur dağlarından olan Berid dağlarının zirvesindeki karları izleyerek serin havaya rağmen sıcacık ortamda yapıyoruz iftarımızı.
Köylüler, yazın kar hiç kalkmadığı Berid dağlarında kışın da kar kalınlığı metreleri bulduğunu bize anlatıyorlar. Kar kalınlığı o derece yüksek oluyormuş ki dağın eteklerini bile görmek mümkün değilmiş. Dağın rakımı 3500 metrenin üzerinde. Köyün batısında da Toros dağlarının uzantısı olan Binboğa dağları var. Bu iki dağdaki beyaz örtünün güzelliği insanı büyülüyor. Bu beyaz örtü manzarasıyla bizleri cezbederken, bir yandan da köye doğru da hafif hafif soğuğunu estiriyordu.
Köy iftarında her şey köye uyumlu idi. İftar menüsünün yani yemeklerin üzerine koyulduğu masa da ahşaptı. Üzerine oturduğumuz iskemleler ise daha bir nostaljik. Kütük diye isimlendirdiğimiz oturaklarda oturuyorduk. Bildiğiniz gibi kütük odunun ham hali. Ağaçların insan hayatında çok önemli bir yeri vardır. Ağaçların her durumundan istifade ediyoruz. Meyve veren ağaçların meyvesinden, meyvesi olmayanlar yine kendine has özelliklerinden faydalanıyoruz. Yaz aylarında bütün ağaçların gölgesinden istifade ediyoruz. Ağaç ömrünü doldurduğunda da onu keseriz ve odun olarak gerek evlerimizde ısınmak için, gerekse odun ateşinde ekmek veya yemek yaparak kullanırız. Diğer bir yönüyle de ağacı işleyerek masa ve sandalye yaparız. Yazı yazmak için kalem yaparız. Ağaçların insan hayatında daha nice sayamadığımız faydaları ve kullanım alanları var. Onun için kütük deyip geçmemek lazım. En ölü haliyle bile üzerine oturarak ağaçlar bize hizmet ediyor.
Bu kadar ağaç tasvirinden sonra yine köydeki iftara dönelim. Samimi duygularla ellerinde olan nimetleri paylaşarak bize iftar sofralarını açan köylülerin samimi hali asla unutulmaz. O samimiyetleri, o yürek dolusu sevgileri serin havaya rağmen bizim içimizi ısıttı. Köylüler evlerine gelen misafiri ağırlamak için adeta pervane gibi misafirlerinin etrafında dört dönüyorlardı. Bizim kültürümüzde misafirin önemi büyük. Misafir on rızık ile gelir, birini yer dokuzunu orada bırakırmış. Anadolu insanı bu bilinç içinde. Bu bilincin yanına bir de Ramazan ayında bir oruçluyu iftar ettirmenin ne kadar büyük bir sevap olduğu eklenince köylülerin hizmet için çırpınışları görülmeye değerdi. Köylülerin içten ve samimi bir ruh ile hazırladıkları iftarın tadına doyum olmadı.
İftar sonrasında odun ateşinde demlenmiş mis gibi çaya, Durdu hocamızın mütevazı sohbeti de eklenince hitam-ı misk tadında iftar soframızın ayrı bir tadı oldu. Çaylar yudumlanırken sohbet öyle koyulaşmıştı ki, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Köylülerin sımsıcak yüreklerindeki samimiyetleri ile hizmet edişleri hep gözümde tütecek.
Şöyle bir düşündüğümde bugüne kadar belki hayatımda yaptığım en keyifli ve en anlamlı iftar Büyüksevin köyünde yaptığım iftar desem abartmış olmam.
Büyükşehirlerde hayat yaşadığımızı zannediyoruz. Ancak o koşuşturmanın, hengamenin içerisinde sadece ömür tüketiyoruz. Yetmiyormuş gibi tükettiğimiz sağlıksız gıdalar ile hayatımıza ayrı bir işkence ediyoruz. Sağlıklı bir hayat süremediğimiz gibi yaşadığımız streste işin cabası. Allah’ın verdiği bu ömrü huzurlu yaşamak istiyorsak bugün terk ettiğimiz köylere yeniden dönmeliyiz. Tamamen dönemiyorsak bile hayatımızın bir bölümünü köylerde yaşamaya gayret edelim. Köylerde hayat hala cıvıl cıvıl.
Burada şunu da itiraf etmeliyim.
Türkiye’nin hemen hemen tamamını gezdim ve gördüm diyebilirim. Kahramanmaraş gibi insana sıcaklık veren bir yere rastlamadım, desem yeridir. İlin tabii güzelliği de unutulmayacak bir atmosfer sunuyor insana. Bu arada Afşin belediyesini de unutmamak gerekir. Belediye, gül bahçeleri, lavanta bahçeleri projelerinin yanı sıra güneş panellerinden elektrik üretmek için yaptığı projeler ile kendinden söz ettiriyor. Bu satırlar aracılığıyla Afşin Belediye Başkanı Mehmet Fatih Güven’i de tebrik ediyorum.
Torosların uzantısı Binboğa dağları, Ashab-ı Kehf mağarası, Büyüksevin köylülerinin samimi tavırları, çağın Ashab-ı Kehf’i olma yolunda bir düşünce sergileyen Afşinliler sizleri bekliyor. Afşin halkı her zaman misafirlerini ağırlamaktan büyük mutluluk duyacaklardır. Bizleri köylerinde ve ilçelerinde ağırlayan Afşinlilere sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.
İki aylık karantinadan sonra İstanbul’da yaptığımız sahurun akabinde Karacaoğlan’ın şiirlerinde süslediği, Edeler’in memleketi Kahramanmaraş’a doğru hareket ettik. Yolculuğumuz keyifli geçiyordu, zira yollar bomboştu. Acele etmeden yavaş yavaş yol almaya çalıştık. Ramazan ayı ve sıcak havaya rağmen yolculuğumuzun ilk durağı Adana’nın Tufanbeyli ilçesine uğradık. Tufanbeyli ziyaretinin ardından Göksun üzerinden Ashab-ı Kehf mağarasını ilçesinde barındıran, çağın Ashab-ı Kehf’i olma yolunda mücadele veren Afşinlilerin memleketine ulaşmış olduk. Yolculuğumuzda bana eşlik eden yol arkadaşım, Afşinli, Kahramanmaraş’ın yedi güzel insanının güzelliği kendisine siret etmiş dostumuz Mahmut Gökşen. Afşin merkezde Durdu hocamızı da yanımıza alarak iftar edeceğimiz Afşin’in Büyüksevin köyüne doğru hareket ettik. Kısa bir süre sonra Mahmut Gökşen kardeşimizin doğup büyüdüğü köye ulaşmış olduk. Bir taraftan Berid dağları, diğer taraftan da Binboğa dağları ile çevrili olması ve iki dağın tepesindeki karlardan dolayı da serin bir hava hakimdi köyde.
Köye geleceğimizi öğrenen köylüler hummalı bir hazırlık içine girmişler. Serin bir Mayıs akşamında eski zamanlarda kullanılan, şimdilerde ise nadiren de olsa varlığını devam ettiren, bizim oralarda kuzine dediğimiz odun sobası yakılmış. Soba, ısısı ile havayı kırarak, soğuk ve serin havayı ısıtıyordu. Bir yandan da bu sobanın gözünde Afşin’e özgün mis gibi çörekler pişiriliyordu.
İftar soframıza tat katan çöreklerin bir kısmı hazır halde bizi bekliyor bir kısmı da sobada pişmeye devam ediyordu. İftar menüsü gayet sadeydi. Ancak sadeliğin ötesinde inanılmaz lezzetteydi. Peynirli ve yöreye ait otlardan içi doldurulmuş çöreklerin yanı sıra, kıymalı çörekler, kıymalı pidelerin hepsi odun ateşinde pişirilmiş, odun ateşinin lezzeti içlerine sinmişti. Bu inanılmaz lezzetler tadılmaya değerdi. Çöreklerin yanında bol köpüklü ayran, bahçeden taze taze toplanmış tere, taze soğan ve marul vardı. Ayrıca Kahramanmaraş’a özgü tarhana çorbası. Menünün yanı sıra ortam da muhteşem güzellikte ve gayet doğaldı. Kuş sesleri, cıvıltıları arasında, topraktan yapılmış bir evin bahçesindeydik. Bütün köylerde olduğu gibi burada da, evin alt kısmı genellikle hayvanlar için kullanılacak şekilde yapılmış. Şimdiler de bu bölümde hayvanlar yok, onun yerine bu kısım ardiye olarak kullanılıyor. Evin üst kısmı ise o ev halkının kullandığı yer olarak tasarlanmış. Evin önündeki bahçe içinde mis gibi havayı koklarken bir yandan da karşımızdaki Maraş’ın meşhur dağlarından olan Berid dağlarının zirvesindeki karları izleyerek serin havaya rağmen sıcacık ortamda yapıyoruz iftarımızı.
Köylüler, yazın kar hiç kalkmadığı Berid dağlarında kışın da kar kalınlığı metreleri bulduğunu bize anlatıyorlar. Kar kalınlığı o derece yüksek oluyormuş ki dağın eteklerini bile görmek mümkün değilmiş. Dağın rakımı 3500 metrenin üzerinde. Köyün batısında da Toros dağlarının uzantısı olan Binboğa dağları var. Bu iki dağdaki beyaz örtünün güzelliği insanı büyülüyor. Bu beyaz örtü manzarasıyla bizleri cezbederken, bir yandan da köye doğru da hafif hafif soğuğunu estiriyordu.
Köy iftarında her şey köye uyumlu idi. İftar menüsünün yani yemeklerin üzerine koyulduğu masa da ahşaptı. Üzerine oturduğumuz iskemleler ise daha bir nostaljik. Kütük diye isimlendirdiğimiz oturaklarda oturuyorduk. Bildiğiniz gibi kütük odunun ham hali. Ağaçların insan hayatında çok önemli bir yeri vardır. Ağaçların her durumundan istifade ediyoruz. Meyve veren ağaçların meyvesinden, meyvesi olmayanlar yine kendine has özelliklerinden faydalanıyoruz. Yaz aylarında bütün ağaçların gölgesinden istifade ediyoruz. Ağaç ömrünü doldurduğunda da onu keseriz ve odun olarak gerek evlerimizde ısınmak için, gerekse odun ateşinde ekmek veya yemek yaparak kullanırız. Diğer bir yönüyle de ağacı işleyerek masa ve sandalye yaparız. Yazı yazmak için kalem yaparız. Ağaçların insan hayatında daha nice sayamadığımız faydaları ve kullanım alanları var. Onun için kütük deyip geçmemek lazım. En ölü haliyle bile üzerine oturarak ağaçlar bize hizmet ediyor.
Bu kadar ağaç tasvirinden sonra yine köydeki iftara dönelim. Samimi duygularla ellerinde olan nimetleri paylaşarak bize iftar sofralarını açan köylülerin samimi hali asla unutulmaz. O samimiyetleri, o yürek dolusu sevgileri serin havaya rağmen bizim içimizi ısıttı. Köylüler evlerine gelen misafiri ağırlamak için adeta pervane gibi misafirlerinin etrafında dört dönüyorlardı. Bizim kültürümüzde misafirin önemi büyük. Misafir on rızık ile gelir, birini yer dokuzunu orada bırakırmış. Anadolu insanı bu bilinç içinde. Bu bilincin yanına bir de Ramazan ayında bir oruçluyu iftar ettirmenin ne kadar büyük bir sevap olduğu eklenince köylülerin hizmet için çırpınışları görülmeye değerdi. Köylülerin içten ve samimi bir ruh ile hazırladıkları iftarın tadına doyum olmadı.
İftar sonrasında odun ateşinde demlenmiş mis gibi çaya, Durdu hocamızın mütevazı sohbeti de eklenince hitam-ı misk tadında iftar soframızın ayrı bir tadı oldu. Çaylar yudumlanırken sohbet öyle koyulaşmıştı ki, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Köylülerin sımsıcak yüreklerindeki samimiyetleri ile hizmet edişleri hep gözümde tütecek.
Şöyle bir düşündüğümde bugüne kadar belki hayatımda yaptığım en keyifli ve en anlamlı iftar Büyüksevin köyünde yaptığım iftar desem abartmış olmam.
Büyükşehirlerde hayat yaşadığımızı zannediyoruz. Ancak o koşuşturmanın, hengamenin içerisinde sadece ömür tüketiyoruz. Yetmiyormuş gibi tükettiğimiz sağlıksız gıdalar ile hayatımıza ayrı bir işkence ediyoruz. Sağlıklı bir hayat süremediğimiz gibi yaşadığımız streste işin cabası. Allah’ın verdiği bu ömrü huzurlu yaşamak istiyorsak bugün terk ettiğimiz köylere yeniden dönmeliyiz. Tamamen dönemiyorsak bile hayatımızın bir bölümünü köylerde yaşamaya gayret edelim. Köylerde hayat hala cıvıl cıvıl.
Burada şunu da itiraf etmeliyim.
Türkiye’nin hemen hemen tamamını gezdim ve gördüm diyebilirim. Kahramanmaraş gibi insana sıcaklık veren bir yere rastlamadım, desem yeridir. İlin tabii güzelliği de unutulmayacak bir atmosfer sunuyor insana. Bu arada Afşin belediyesini de unutmamak gerekir. Belediye, gül bahçeleri, lavanta bahçeleri projelerinin yanı sıra güneş panellerinden elektrik üretmek için yaptığı projeler ile kendinden söz ettiriyor. Bu satırlar aracılığıyla Afşin Belediye Başkanı Mehmet Fatih Güven’i de tebrik ediyorum.
Torosların uzantısı Binboğa dağları, Ashab-ı Kehf mağarası, Büyüksevin köylülerinin samimi tavırları, çağın Ashab-ı Kehf’i olma yolunda bir düşünce sergileyen Afşinliler sizleri bekliyor. Afşin halkı her zaman misafirlerini ağırlamaktan büyük mutluluk duyacaklardır. Bizleri köylerinde ve ilçelerinde ağırlayan Afşinlilere sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.
YORUMLAR