İnfâk, Allah’ın (cc) hoşnutluğunu kazanma yolunda kendi emeğinden, alın terinden hak sahiplerine (muhtaçlara) vermektir. Aynı zamanda “infak” kelimesinin taşıdığı mana iyi tahlil edilecek olursa, bu ibadetin bir hikmetinin de insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esaretinden kurtararak maneviyatı maddiyata hâkim kılması olduğu görülür. Bu yönüyle değerlendirdiğimizde, ibadetler içinde infâkın ruha sağladığı en büyük fayda, belki de “vicdan huzuru” dur.

İnfâkı bu manada değerlendirdiğimizde sadaka ve zekattan çok farklı ve çok önemlidir. İnfâk, Allah’ın bizlere vermiş olduğu imkanı bir başkası ile canı gönülden paylaşmaktır. Zekat hadisesi çok farklı, eğer zekat verecek kadar zenginliğe erişmiş isek vermek ile mükellefimiz. Yani zorunlu bir ibadettir. Zekat ancak mali güç olduğunda gündeme geliyor ve mali güç olduğunda verme zorunluluğu var. Halbuki infakta ise ne mali güç aranıyor, ne de zorunluluk var. İnfâk bu yönüyle çok kıymetlidir. İnfâk tamamen vicdani bir olaydır. Kalbimizin sesini duyarak, elimizdeki imkan kıt olsa bile, kendimize zor yetecek kadar bile olsa, elimizdekini paylaşarak yerine getirdiğimiz bir ibadettir.

Rabbimiz, infâk konusunu bizlere Bakara süresinin 195. ayetinde şöyle izah etmektedir.

“Allah yolunda infâk infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Amellerin hepsi en güzel olsun. Allah iyilik yapanları (hayır-hasenat, amel-i salih işleyenleri) sever.”

Aslına baktığımızda infâk, Allah’ın bize bahşettiği nimetleri, ihtiyaç sahibi olan bir başkası ile paylaşma olayıdır. Nimetler bize hoyratça kullanalım diye verilmemektedir. Elimizdeki bütün nimetler üzerinde başkalarının da hakkını vardır. Aslında infâk ile yapılan bu hakkın gözetilmesidir.

Allah’ın bize verdiği nimetlerin tamamının esas sahibi Rabbimizdir. Rabbimiz bizden, verdiği bu nimetleri başkaları ile paylaşmamızı isteyor. Birçok ayette de bunu sarih bir şekilde vurgulamaktadır. Bakara süresinin 3. ayetinde Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

(Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar.”

Ömer bin Abdülaziz (r.a.) ise bu konuyu şöyle ifade etmektedir:

“Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzuruna çıkarır.”

İnfâk, muttaki müminlerin özelliklerinden birisidir. İnfâk gösterişten uzak, yalnız Allah rızası gözetilerek yapılmalıdır. İnfak ederken malımızın en iyisinden ve en kalitelisinden vermeliyiz.

Burada Kur’an-ı Kerim’e kulak verelim. Âl-i İmran süresi 92. ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

Sevdiğiniz şeylerden ( Allah yolunda ) harcamadıkça iyiye eremezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”

Bu ayette de belirtildiği gibi sevdiğimiz şeylerin en güzelini infâk etmeliyiz ki, Allah’ın muttaki bir kulu olabilelim. Allah yolunda infâkın karşılığı bire yedi yüzdür. Bu da infâkın ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. İnfakın bu derece değerli olduğunu bilen Sahabe-i Kiramdan bazıları en sevdikleri şeyi cömertçe ihsan etmekten, vermekten çekinmemişlerdir. Bu konuda Sahabe-i Kiramdan birkaç örnek aktaralım: Ebu Talha (r.a) en çok sevdiği malı olan “Bırha” bahçesini Allah yolunda tasadduk etmek istemiş, Hz. Peygamber’in; “yakın hısımlarına ve amcasının oğullarına vermesi” tavsiyesine uyarak böyle yapmıştır (Buhari, Zekat, 44, Vesaya, 17, 26; Müslim Zekat, 43; Ahmed b. Hanbel, III, 141, 256).

Hz. Ömer (r.a.) da Hayber’den hissesine düşen değerli ganimet toprağını vakfetmiştir. (İbn Kesir, Muhtasaru Tefsir, Beyrut 1981, I, 299).

Zeyd b. Harise (r.a) “Seyl” adındaki ünlü atını tasadduk etmesini Hz. Peygamber Efendimiz’den istemiş, O da atı Usame b. Zeyd (r.a)’e vermiştir.

Dinimizin özünde ne cimrilik, ne yoksulu üzmek, ne vermemeyi marifet saymak yoktur. Tam tersine dinimizde mümkün mertebe vermek, yoksulu gözetmek, yetime kol kanat germek, gösterişten uzak durmak, hayır hizmetlerini desteklemek, hiçbir hayrı küçümsememek vardır. İşte bu nedenle infak konusu Zekâttan daha önemli bir noktadadır. Zekat belirli bir mala sahip olduğunda zorunlu yapılması gereken bir ibadet ancak infâk elindeki imkan dar da olsa bile, hiç bir zorunluluk olmadan sırf Allah rızasını gözeterek yapılan bir ibadettir.

İnfâkın ne kadar büyük bir değeri olduğunu,Ali İsfehânî (r.a) ne güzel ifade etmiş:

“Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yani şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzuru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.”