İğneler batıyor vücudumuza.

İlk battığında hissetmedik ya da hissettik belli etmedik. Halimizden memnunuz dedik, ses etmedik. Ses etmeyince sessizliğe itildik. İçimizde kalan umuda sarılmak istedik. O umudu da alacaklar diye korkudan titredik. Zihinlerimizde acıların yankısıyla hissizleştirildik.

 Başımız dik yürüyoruz diye çamurla lekelendik. Hürriyet kokan düşlerimiz ile karanlığa hapsedildik. Fakat her şeye rağmen eğilmek nedir bilmedik. Emek hırsızlarının karşısında zedelendik. Ruhumuzun gıdasını şiirde bildik.

Dost meclisleri öldü, haberlerini duyurun dedik. Masumiyeti, samimiyeti öğretemedik. Hak nedir kelimelerimizle bildirdik. Harflerin altında ezdirdik. Çabaladık, vazgeçmedik.

 Yalancılara, yalakalara, çok bilen cahillere, takım elbise giyip boş beyinleriyle ortalarda dolaşan bedenlere, hak etmediği halde yüzüne taktığı binlerce çeşit maskelerine yenilmedik. Bu yalakalar oyunlarını güzel oynadıklarını sandılar, bilmediler bizler sahneye en yakın koltuktan izledik. Her figürde bir kez daha güldük. Rezilliklerini izlemeye doyamadık, biletleriniz çabuk tükendi. Sonraki oyununuz ne zaman diye sormayacağız. Size her yer sahne iyi biliriz.

Deri kaplı koltuklu odalar, rugan ayakkabılarınızın topuklarının çınlattığı koridorlar, lüks araçlarınız, bir adım arkasında dolaştığınız adamlarınız… size her yer oynamak için sahne. Seyirciniz de sizlerden. İnsan takdir edip beğendiğini daha çok izlemeyi yeğler ya hani!

**

Yağmur yağsa temizlenir mi dünya? Ya da kar yağsa beyaza boyansa; karası geçer mi? Güneş tepede açar mı yeniden? Açtığında temizlenmiş görünür mü her yer? İnsanın acısından damlayan tecrübe, açtırır mı kapanan kapıları; tıkanan yolları?

Şaşırdığımız anlar, mutlu olduğumuz anlardan oldukça fazla. Dünyaya meydan okuyacak kadar cesarete sahip olup aynı zamanda dünyada bir karınca kadar yer kapladığı düşüncesinden kendini alıkoyamayan yürekler. Alıkoymamaları yönünde itenler.

Sıkıştırılanlar, değersizleştirenler.

Kaç hayatınız var? Yarattığınız hangi dünyanın seçtiğiniz hangi kahramanısınız?

Sıkışmış düşler Arnavut kaldırımlarına.

Bir iğne batıyor vücudumuza.

Bedenimizde var olan iplerle dikiş dikiyoruz. Acıları bir bir, özenle…

Batmak için gelen iğneler yaraları dikiyor, merhem oluyor. Birilerin acıtmak istediği canlar; kendi kendine iyileşmenin yolunu buluyor. Yıkılmak kolay değil diye boşuna denmedi herhalde!

Peki!

Hayata iyi yanından bakmayı kim öğretti bize diye sorar Şükrü Erbaş.

İnsanlar…

İşte bu yüzden iğneyi, dikişe çevirdik. Siz açtığınız yaralara batırmak, yeni kesikler oluşturmak istediniz biz de acıta acıta dikmeyi tercih ettik.

Boş yere açılan isyan bayraklarını engellemedik.

İnsanlık uçağı kaçırmış, biletleri yeniledik.

O uçağa yeniden binilecek ve herkes insan olmayı öğrenecek!

Ve özgürlüğümüz hep bizimle kalacak.

Anda kalmak

Anı yaşamak

Anı yaşatmak

Anı bırakmak

Anısını anmak

Anısına sahip çıkmak… Bunlar hayatımızda lüks olmayacak.

Avazım çıktığı kadar susmak değil, haykırmak istiyorum.

Bedenime batan tüm iğnelere iplik geçirmek, var olmayan dikiş teknikleriyle ders vermek istiyorum.

Çelişkilerinizi kanatıp, gel gitlerinizi balıklara yem edip, ötekileştirdiğiniz yerden zımbalamak istiyorum.

Hey! Bakın!

Gökten iğneler yağıyor, dikiş dikmeye hazır mıyız?

HANDE BALCAN