İnsanlık tarihi boyunca insanlar toplu yaşam sürdürebilmek için belirli kurallar belirleme ihtiyacı hissetmişlerdir. Zamanla kabileler devlet halini almaya başlayınca her devlet tebaasını hem kendi devleti sınırları içinde hem de başka devletlere karşı uymaları gereken bir dizi kurallar geliştirmişlerdir. Bu kurallar manzumesi zaman içinde hukuk kurallarına dönüşmüştür. Hak ve hukuk kavramları insanlığın en temel uyması gereken kuralları anlatmaya çalışan kavramlardır. Hukuk olmasa insanların hayatında bir kaos ve karmaşa oluşuruz. Bunun için hukuk devleti kavramı geliştirilmiş ve kavram çerçevesinde devletler kendilerini yapılandırmaya çalışmışlardır.

Hukuk Devleti dediğimizde ne anlamalıyız. Hukuk Devleti, sınırları içerisinde kamu erkinin değişmezlik ve süreklilik temeline dayalı olarak değer ve hukuk düzenine bağlı olduğu bir devlet şeklidir. Yine bir başka deyişle, “İnsan haklarına saygı gösteren bu hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini sorumlu tutan, işlem ve eylemleri bağımsız yargının denetimine bağlı olan devlet ‘Hukuk Devleti’dir.”

En yalın anlatım ile kendi içerisinde kurallar barındıran, bu kurallara vatandaşın ve devletin uymasını söyleyen sisteme Hukuk Devleti denir. Hukuk Devleti’nin sağlanması, hedeflenen ve amaçlanan şeylerin daha iyiye ulaştırılması, yapılmak istenenin doğru ve iyi yapılabilmesi için uyulması gereken bazı ilkeler vardır. Bu ilkelerin başında toplum düzeninin sağlanması gelir.

Bir Hukuk devletinden söz edebilmek için yasaların keyfi olarak uygulanmaması gerekir. Bir ülkede yasalar açıksa, keyfi olarak uygulanmıyorsa ve yasalar karşısında bütün vatandaşlara aynı muamele yapılıyorsa, devletin ayrımcı uygulamaları yoksa hukuk devleti oluşmuş demektir. Adalet dağıtma devletin asli işlevi olduğundan hukuk devletinin tesisi, vatandaşların devlete güven duymasının da temelidir. Devletin koyduğu yasaların en başında bütün yasaların babası sayılan, diğer yasalara kaynaklık eden ‘Anayasa’ gelir. Anayasaların ilk ve en önemli işlevi devletin dayandığı temel ilkeleri belirlemektir. Bu ilkeleri belirlerken de toplumun geneli tarafından kabul görmüş kurallara ve ifadelere yer vermek gerekir. Anayasalar bir mutabakat yasası desek yanlış olmaz. Demokratik bir yaşam biçimi oluşturmak, devlet karşısında kişinin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almak ve devlet ile toplum arasındaki ilişkileri düzene sokmak anayasaların en temel işlevi olmuştur. Anayasaların bütün toplumu kucaklayıcı olabilmesi içinde toplumsal mutabakata ihtiyaç vardır. Ancak bu her zaman mümkün olmayabilir.

Anayasalar devletin üç temel gücü olan yasama-yürütme ve yargı arasındaki dengeyi sağlamaya çalışır. Bizde 1808 yılında padişahın yetkilerinin azaltılması için çıkarılan Sened-i İttifak ile başlayan Anayasa çalışmaları 1876 yılında Kanun-i Esasi’nin yürürlüğü girmesiyle anayasal sistem başlamıştır. Daha sonra Cumhuriyet’in kurulması ve TBMM’nin Teşkilatı Esasi’yi kabul etmesiyle yeni Cumhuriyetin ilk anayasası olmuştur. Akabinde 1921, 1924, 1961 ve 1982 yıllarında yapılan anayasalar ile bugünkü anayasal düzene kavuşmuş olduk. Burada bir ayrıntıdan bahsetmek istiyorum. 1920’den bu yana 4 farklı Anayasa yapmışız. Bununla kalmamış her yaptığımız anayasada da ara değişikliklere gitmişiz. Özelikle 1982 yılında yaptığımız ve 40 sayfayı bulan 1982 anayasanın ömrü de çok uzun ömürlü olmamış ve bugün hala bu anayasa üzerinde değişiklikler yapmak ve daha modern sivil bir anayasa oluşturmak için çaba sarf ediyoruz. Halbuki 1788 yılında yapılmış 10 sahifeden ibaret ABD anayasası hiçbir değişikliğe uğramadan 100 yıldan fazla bir süredir yürürlükte ve etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Bu yönüyle baktığımız da bizim anayasamız dayanıklılık ve süreklilik açısından bir hayli sorunludur.

Toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar bütünü olan hukuk sistemi ne kadar sağlıklı çalışıyor ve herkese eşit bir şekilde uygulanıyorsa işte orada bir Hukuk Devleti’nden söz etmek mümkündür. Yine sağlam bir Hukuk Devleti için güçler birliği ve güçler ayrılığı olan yargı, yasama ve yürütme tel elde toplanmamalıdır. Bu üç ayrı erk ve üç temel prensip tek elde toplandığı takdirde keyfilik meydana gelir. Yine bu üç erk içinden biri olan yargı, her zaman tarafsız, yansız ve bağımsız olmalıdır. Yargı hiçbir zaman siyasallaşmamalıdır. Yargının siyasallaşması hem tarafsızlığına gölge düşürür hem de adaletin uygulaması pek mümkün olmaz.

Siyasi erk hiçbir şekilde yargı üzerinde tahakküm kurmamalıdır. Yargı da hukuka bağlı olmalı hukuk çerçevesinin dışına çıkmamalıdır. Yargı, kanunları uygularken olayları şahsileştirmemelidir. Yine yargı mensupları bağımsız mahkemelere gölge düşürücü bir eylemin içinde olmamalıdır. Bütün bunlarla birlikte yürütme yani devleti yöneten egemen güç her zaman hukuka ve anayasaya bağlı olmalı, vatandaşlar arasında siyasi ve ekonomik statü gözetmeksizin tarafsız hizmet yapmaya çalışmalıdır. Devletin işleyişini siyasi emellere kurban etmemelidir.          

Bugün aslında yaşanan sıkıntıların temelinde yargının siyasallaşması ve idarenin yani yönetimi elinde tutan egemen güçlerin hukuki olmayan keyfi uygulamalarıdır. Hukukun en temel ilkesi vatandaşlarının temel hak özgürlüklerini korumak, kollamak ve tarafsız bir yargı gücüyle bunları güvence altına almasıdır.

Dünya nizamının doğru ve düzgün işleyebilmesi içinde yönetimin ve yargının hukuk kuralları dışına çıkmamaları gerekir.