İçinde büyük dersler barındıran kıssa Hicri 3. yüzyılda, miladi 9. yüzyılda İran’ın Nişabur kentinde gerçekleşmiştir. Nişabur’da yaşayan Yahya bin Muhammed bin Yahya babasıyla başından geçen bir hatırasını şu şekilde nakletmiştir:
Sıcak bir yaz günündeydik. Vakit öğlen saatleri olmuştu. Babam her zamanki gibi kütüphanesinde bulunuyordu. Yanına uğradığımda vakit öğlen olmasına rağmen önündeki kandil hala yanmaktaydı. Babama dedim ki;
“Babacığım, namaz vakti geldi. Vakit öğlen saati olmasına rağmen kandili neden hala yakıyorsun? Biraz oturup dinlensen!”
Babam bana dönerek şöyle dedi: “Yavrum! Ben Allah Rasûlü (s.a.v)’in ashabı ve tâbiûnla beraberken mi, bana bunları söylüyorsun?” ¹
İbret dolu bir kıssa.
Oğlu babasını namaz kılması için çağırmaya gittiğinde oda da hala kandil yanık vaziyette. Evin içindeki kütüphanede babası o kadar derin bir çalışma içine girmiş ki gece boyu kitaplar ile haşır neşir olmuş. Baba o kadar kendini kitaplara kaptırmış ki vaktin öğlen olduğunun farkına bile varamamış. Baba zamanın âlimi. Elbette israfın ne olduğunu bilecek seviyede, gündüz vakti girmiş olmasına rağmen kandilin yanıyor olması onun ilmin içine ne kadar daldığını ve kandili bile unuttuğunu gösteriyor.
Baba okuduğu kitaptan o kadar etkilenmiş ki; kendinden geçmiş. Kendini o derece ilme vakfetmiş ki, gece uykularından fedakârlık gösteriyor. Günümüze kadar ilimlerin bize nasıl aktarıldığını gösteren ibretlik bir tablo. Ömrünü âdeta ilme adamış. Bir yandan gece gündüz okuyor, bir yandan okuduklarını, birikimlerini yazarak gelecek kuşaklara bu bilgileri aktarmak için çaba gösteriyor.
Şimdi gelelim günümüze, ömrümüzü ne şekilde harcıyoruz. Ne kadar okumakla meşgulüz. Ne kadar yazmak için fırsat kolluyoruz. Hayatımız neredeyse tamamen dünyaya eksenlenmiş vaziyette. Sürekli dünya da kalacakmışız gibi dünya hayatının cenderesi içinde koşuşturup duruyoruz. Mal biriktirme hırsı bir yandan, öte yandan başkaları karşısında üstünlük sağlamak için hayatımızın tamamına yakın kısmında dünyalık sevdalar uğrunda mücadele veriyoruz. Çok azımız âhiret alemi için bir çaba içinde. Herkes başkalarından bir şeyler bekliyor. Halbuki her fert kendi hayatından sorumlu. Her birimiz kendi yaptıklarımızın hesabını vereceğiz.
Özellikle aile hayatı içinde ebeveynler olarak ciddi şekilde vazifemizi yapamamaktayız. Gündüz rızık peşinde oradan oraya koşuşturma ile vaktimiz geçiyor. Geceleri de uyku ve televizyon karşısında geçiriyoruz. Günde bir saatimizi bile ayırıp dinimizin vecibeleri nelerdir, diye bir kitap açıp okumuyoruz. Dahası Rabbimiz bize neler söylüyor. Kıyamete kadar baki olacak olan kitap yani Kur’an-ı kerim bu çağda, bu zamanda bize ne demek istiyor, diyerek açıp okuduğumuz, okuduğumuzu anlamaya çalıştığımız ve en önemlisi de yaşamak için bir gayret gösterdiğimiz vaki değil. Halbuki bizden öncekilere baktığımız da dünya hayatını zerrece önemsememişler. Özellikle de gelecek neslin, dinini tanıyan, Allah’ın koyduğu kuralları bilen doğru bir insan olmaları için, hem kendilerine, hem kendilerinden sonra gelecek olanlara faydalı olacak şekilde yetişmeleri için çok büyük fedakârlıklar yapmışlardır.
Bugün ne yazık ki, bizler gelecek nesli çok hazırcı yetiştirmekteyiz. İlim öğrenmeleri için fırsat tanımıyoruz. Yaşaması gerektiği zorlukları ve yaşadığı bu zorluklar ile pişmesi gerektiğini unutuyoruz. Önlerine serdiğimiz her şey onlara yaptığımız bir iyilik değil aslında. Ebeveynler biz çektik çocuklarımız çekmesin düşüncesi içindeler. Bu ne kadar büyük bir yanlışlık. Bu şekildeki bir mantık içinde büyüyen çocuklar en ufak bir zorlama veya en ufak bir sıkıntı karşısında hemen isyana sürüklenmektedirler. İfrat ve tefrit arasındaki dengeyi koruyarak çocuklarımızı ve gelecek neslimizi bu meyanda yetiştirmeliyiz. Gelecek neslin ilim nesli olması için kafa patlatmalıyız. Boş ham hayaller yerine, insanlığa hizmet edecek, insanlığa ışık olacak ilimlerle meşgul olmalarını ve ilim insanı olabilmek için de bütün zorluklara göğüs gererek çok çalışmaları gerektiğini onlara öğretmeliyiz.
Yazımızı Allah Rasûlü, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir hadis-i şerifi ile noktalayalım:
“Doğru yolda olun. Aşırı gitmeyin. Gündüzü değerlendirin, geceyi değerlendirin. Dengeli olun ki gayenize eresiniz.”²
- Tarih-i Dımaşk, 73/272)
- Buharî, Rikak, 18/6463
İçinde büyük dersler barındıran kıssa Hicri 3. yüzyılda, miladi 9. yüzyılda İran’ın Nişabur kentinde gerçekleşmiştir. Nişabur’da yaşayan Yahya bin Muhammed bin Yahya babasıyla başından geçen bir hatırasını şu şekilde nakletmiştir:
Sıcak bir yaz günündeydik. Vakit öğlen saatleri olmuştu. Babam her zamanki gibi kütüphanesinde bulunuyordu. Yanına uğradığımda vakit öğlen olmasına rağmen önündeki kandil hala yanmaktaydı. Babama dedim ki;
“Babacığım, namaz vakti geldi. Vakit öğlen saati olmasına rağmen kandili neden hala yakıyorsun? Biraz oturup dinlensen!”
Babam bana dönerek şöyle dedi: “Yavrum! Ben Allah Rasûlü (s.a.v)’in ashabı ve tâbiûnla beraberken mi, bana bunları söylüyorsun?” ¹
İbret dolu bir kıssa.
Oğlu babasını namaz kılması için çağırmaya gittiğinde oda da hala kandil yanık vaziyette. Evin içindeki kütüphanede babası o kadar derin bir çalışma içine girmiş ki gece boyu kitaplar ile haşır neşir olmuş. Baba o kadar kendini kitaplara kaptırmış ki vaktin öğlen olduğunun farkına bile varamamış. Baba zamanın âlimi. Elbette israfın ne olduğunu bilecek seviyede, gündüz vakti girmiş olmasına rağmen kandilin yanıyor olması onun ilmin içine ne kadar daldığını ve kandili bile unuttuğunu gösteriyor.
Baba okuduğu kitaptan o kadar etkilenmiş ki; kendinden geçmiş. Kendini o derece ilme vakfetmiş ki, gece uykularından fedakârlık gösteriyor. Günümüze kadar ilimlerin bize nasıl aktarıldığını gösteren ibretlik bir tablo. Ömrünü âdeta ilme adamış. Bir yandan gece gündüz okuyor, bir yandan okuduklarını, birikimlerini yazarak gelecek kuşaklara bu bilgileri aktarmak için çaba gösteriyor.
Şimdi gelelim günümüze, ömrümüzü ne şekilde harcıyoruz. Ne kadar okumakla meşgulüz. Ne kadar yazmak için fırsat kolluyoruz. Hayatımız neredeyse tamamen dünyaya eksenlenmiş vaziyette. Sürekli dünya da kalacakmışız gibi dünya hayatının cenderesi içinde koşuşturup duruyoruz. Mal biriktirme hırsı bir yandan, öte yandan başkaları karşısında üstünlük sağlamak için hayatımızın tamamına yakın kısmında dünyalık sevdalar uğrunda mücadele veriyoruz. Çok azımız âhiret alemi için bir çaba içinde. Herkes başkalarından bir şeyler bekliyor. Halbuki her fert kendi hayatından sorumlu. Her birimiz kendi yaptıklarımızın hesabını vereceğiz.
Özellikle aile hayatı içinde ebeveynler olarak ciddi şekilde vazifemizi yapamamaktayız. Gündüz rızık peşinde oradan oraya koşuşturma ile vaktimiz geçiyor. Geceleri de uyku ve televizyon karşısında geçiriyoruz. Günde bir saatimizi bile ayırıp dinimizin vecibeleri nelerdir, diye bir kitap açıp okumuyoruz. Dahası Rabbimiz bize neler söylüyor. Kıyamete kadar baki olacak olan kitap yani Kur’an-ı kerim bu çağda, bu zamanda bize ne demek istiyor, diyerek açıp okuduğumuz, okuduğumuzu anlamaya çalıştığımız ve en önemlisi de yaşamak için bir gayret gösterdiğimiz vaki değil. Halbuki bizden öncekilere baktığımız da dünya hayatını zerrece önemsememişler. Özellikle de gelecek neslin, dinini tanıyan, Allah’ın koyduğu kuralları bilen doğru bir insan olmaları için, hem kendilerine, hem kendilerinden sonra gelecek olanlara faydalı olacak şekilde yetişmeleri için çok büyük fedakârlıklar yapmışlardır.
Bugün ne yazık ki, bizler gelecek nesli çok hazırcı yetiştirmekteyiz. İlim öğrenmeleri için fırsat tanımıyoruz. Yaşaması gerektiği zorlukları ve yaşadığı bu zorluklar ile pişmesi gerektiğini unutuyoruz. Önlerine serdiğimiz her şey onlara yaptığımız bir iyilik değil aslında. Ebeveynler biz çektik çocuklarımız çekmesin düşüncesi içindeler. Bu ne kadar büyük bir yanlışlık. Bu şekildeki bir mantık içinde büyüyen çocuklar en ufak bir zorlama veya en ufak bir sıkıntı karşısında hemen isyana sürüklenmektedirler. İfrat ve tefrit arasındaki dengeyi koruyarak çocuklarımızı ve gelecek neslimizi bu meyanda yetiştirmeliyiz. Gelecek neslin ilim nesli olması için kafa patlatmalıyız. Boş ham hayaller yerine, insanlığa hizmet edecek, insanlığa ışık olacak ilimlerle meşgul olmalarını ve ilim insanı olabilmek için de bütün zorluklara göğüs gererek çok çalışmaları gerektiğini onlara öğretmeliyiz.
Yazımızı Allah Rasûlü, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir hadis-i şerifi ile noktalayalım:
“Doğru yolda olun. Aşırı gitmeyin. Gündüzü değerlendirin, geceyi değerlendirin. Dengeli olun ki gayenize eresiniz.”²
- Tarih-i Dımaşk, 73/272)
- Buharî, Rikak, 18/6463
YORUMLAR