Eğitim konusunda sürekli bir şeyler söyleniyor. Köşe yazarları köşelerinde eksik ve aksak yönleri dile getiriyor, televizyonlarda zaman zaman konunun uzmanı kişiler bazı serzenişlerde bulunuyorlar. Hep konuşuluyor, yazılıyor ama arzu edilen noktaya, arzulanan, özlem duyulan seviyeye gelemiyoruz. Bendeniz de bu noktada acizane birkaç yazı kaleme aldım. Bu yazımda da biraz farklı perspektiften konuyu ele alacağım.

Geçtiğimiz günlerde Millî Eğitim Bakanlığı’nın önemli birimlerinde görev almış birkaç ilimizde il müdürlüğü yapmış değerli bir hocamız Mustafa Altınsoy bir yazısında Millî Eğitim Bakanlığı’nın en önemli konusu ne bakan ve bürokrat değişikliği ne müfredat değişikliği ne fiziki ihtiyaçlar ne de bina sorunudur. En önemli meselemiz, öğretmen yetiştirme konusudur. Diyerek öğretmenin eğitim camiası içinde ne denli önemli olduğunu vurgulamaya çalıştı. Yazısını sonuna kadar okudum ve yazdığı konuda dile getirdiği meseleyi destekliyor ve kendisine bu konuda katılıyorum. Ben de bu yazımda buradan yola çıkarak eğitimdeki özellikle yüksek öğretimdeki bir başka sorunu işaret etmek istiyorum. Mustafa hocamız öğretmen yetiştirme konusu, devlet tarafından asla tesadüfe bırakılmamalıdır diyor. Bunda da çok haklı. Zira bütün mesleklerdeki kişilerin yetişmesinde, kısaca insanın yetişmesinde ta ilkokuldan hatta anaokulundan üniversiteye kadar her kademede öğretmen var.

Burada asıl değinmek istediğim konu ise insanların kabiliyetleri doğrultusunda eğitim almaları ve özellikle üniversite aşamasında bu kabiliyet doğrultusunda eğitimlerine devam etmeleri ve sonrasında da iş sahasında aldığı eğitimle özdeş bir mesleği, işi icra etmesi yönüdür. İnsan yetişmesi kolay olmuyor. Ayrıca insan yetişmesi noktasındaki harcanan kaynakta azımsanacak bir kaynak değil. Eğer doğru eğitimle doğru kişi yetiştirmez isek önemli ve ciddi bir kaynak israfına da sebebiyet vermiş oluyoruz. Gelelim şimdi konumuza, biraz daha somut örneklendirerek sorunu ortaya koymaya çalışalım.

Burada aslında değinmek istediğim konu birazda kalifiye eleman konusu. Osmanlı döneminde devlet ricalinde görevlendirilmek üzere özellikle devşirme çocuklar Enderun denilen bir eğitim kurumunda eğitilerek devlette değişik kademelerde görevlendirilmişler. Bugün bu yapı yok ancak devlette belli kademelerde yönetici olacakların seçileceği eğitim kurumları var. 1859 yılında Abdülmecit tarafından İstanbul’da kurulan Mekteb-i Mülkiye-i Fünun-u Şahane daha sonraları kısaca Mülkiye adıyla anılmış cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne dönüşmüş bir fakülte var, devlete yönetici yetiştirecek. Aynı fakültenin bir benzeri 1979 yılında İstanbul Üniversitesi bünyesinde ilk olarak Siyasal Bilimler Fakültesi kurulmuş sonraları mezunları Ankara ile aynı şartlara ve haklara haiz olabilsin diye Siyasal Bilgiler ismini almış olan bir fakülte var. Bu iki fakülte yıllardır devlete yönetici yetiştirmektedir. Özellikle İçişleri Bakanlığı’nın mülki idare yapılanması bu iki fakülte üzerinden olmuştur. Aynı zamanda hukuk fakültesi mezunları da mülki idare de yer bulmuştur. Yelpaze zamanla genişletilerek birçok üniversite bünyesinde Siyasal Bilgiler Fakültesi açılmakla birlikte Anadolu’daki herhangi bir üniversitenin iktisadi idari bilimler mezunları ya da buna eş fakülte mezunları da mülki idare içinde yer bulmuştur. Aslında ilk bakışta Anadolu çocuklarına mülki idarenin kapısı açılması anlamında doğru ve kulağa hoş geliyor. Ancak Siyasal Bilgiler Fakülteleri bir anlamda Enderun’un devamı gibi düşünürsek buralara az sayıda ve kaliteli öğrenci alıp bu fakültede eğitim aldığı süre zarfında en iyi şekilde donatılarak devlete yönetici yetiştirilmesi sağlanması daha doğru bir yaklaşım olurdu. Bu fakültelerde okuyanlar daha eğitim sürecinde devlette yöneticilik yapacak diyerek o doğrultu da donanımlı yetiştirilmesi ve özel eğitim alması gerekir. Bu fakültelerde okuyacaklar aslında daha lise döneminde seçilmelidir. Buraya hazırlıklı ve bilinçli gelmelidir. Buradan mezun olanlar bilecek ki devlette yönetici olarak görevlendirilecek. Onun için özel eğitimli ve çok zeki özel çocuklar buralara kayıt yaptırması gerekir. Bu fakültelerin insicamını bozarak Anadolu’da her üniversite bünyesinde benzer bir eğitimi verecek fakülte açılması doğru değildir. Bunun dışında diğer meslek veya özel kendi iş alanını genişletmek eğitimli olmak isteyenlere de başka fakülteler mesela ekonomi, iktisat yöneticilik alanlarında eğitim veren isminin ne olduğunun önemi yok bu fakültelere gitmeleri sağlanarak yeterli ve gerekli eğitim almaları sağlanmalıdır.

Aynı konu diğer meslek alanları içinde geçerlidir. Aslında meslek seçimi ilkokul sıralarında hedeflenmeli ortaokul bitince artık bir mesleğe doğru çocuklar yönlendirilmelidir. Özellikle son zamanlarda bütün okulların İmam Hatip okulu olması gibi bir eğilim var. Burada da büyük bir yanlışlık hâkim. Çocuklar elbette ahlaki donanımları ile dini bütün, saygılı ve devletine bağlı vatanperver bir şekilde yetişmesi hedeflenmelidir. Bu hedef sadece İmam Hatip okullarında okuyan çocuklar için olmamalı bütün okullardaki çocuklar bu hedef ile yetiştirilmesi yönünde gayret gösterilmelidir. Bir dönem sadece İmam Hatip okullarının önünü kesmek için meslek okullarına darbe vuruldu kesintisiz 8 yıllık eğitimle. Şimdi de her okul İmam Hatip yapılmaya çalışılıyor bu da ayrı bir tezat. İmam Hatip okullarında okuyan çocuklar yarın üniversiteye gittiğinde her türlü üniversite de okuyabilsin diye önleri açıldı bu güzel bir gelişme. Ancak bu kez de bu okulların asıl fonksiyonu unutuldu. 1950’li yıllarda din görevlisi temin etmek için açılan okullar üniversite yolu da açılınca bu okullarda okuyan çocukların her biri üniversiteye gidebilmek için yoğun bir çabanın içine girdi. Ancak içlerinden üniversite kazanamayanlar ya da başarı durumunda biraz daha geride olanlar hiç değilse imamlık mesleğini tercih edelim diyerek din görevlisi olma yolunu tercih ettiler. Bu durumda din görevlisi kadrosunun daha ehliyetsiz ve tecrübesiz inanların elinde kalmasına sebep oluyor. Aslında burada adının bir önemi yok sadece din görevlisi yetiştirecek ayrı bir okula daha ihtiyaç var diye düşünüyorum. Bu okulu tercih edenler kendilerinin din görevlisi olacağını bilerek tercih edecekler ve bu okullarda alacakları eğitimle mezun olduklarında mesleğe hazır durumda olacaklar. Bugün ise tabiri caizse başarısı düşük çocuklar din görevlisi kadrosunu tercih ediyor ve burada da kalite gittikçe düşüyor. Halbuki din görevlisi yetiştiren okula öğrenci bilinçli gelirse daha kaliteli bir eğitim ile donanımlı olarak bu göreve hazır hale gelmiş olur.

Bu diğer meslekler içinde geçerlidir. Bugünkü eğitim sistemi ve üniversite sistemi ile aldığı eğitim alanı ile ilgili iş hayatını sürdüren insan sayısı oldukça az. Bu da eğitim sisteminin çarpıklığını gözler önüne sermeye yetiyor.

Mustafa hocamızın bahsettiği üzere öğretmen yetiştirme konusu, devletin beka meselelerinden biri konumunda ise aynı şekilde doğru eğitimi vermemek ve doğru eğitim sonucunda doğru alanda istihdam açmamakta ayrı bir beka sorunu gibi duruyor.

Eğitim, özellikle de idealist insanları yetiştirecek eğitim sitemi kurgulamak her şeyin önünde gelmelidir. Doğru insan yetiştirmek için ideal eğitim sistemini kurmak kolay bir iş değildir. Bunu bakan değiştirerek, binaları yenileyerek, müfredatta yap boz yaparak yapmak mümkün değildir. Bunun için üzerinde ciddi şekilde tartışılarak uzun süreli hedefler tespit edilmeli, yapılan bu tespitler uygulamaya konulmalıdır. Eğitim sistemi ana okulundan başlayarak sil baştan yeniden doğru şekilde kurgulanmalıdır. Her çocuk örgün eğitim alacak özellikle de her çocuk üniversite okuyacak diye bir kaide yok. Kâğıt üzerinde şu kadar şu eğitimi almış insanımız var demenin hiç kimseye bir faydası yoktur. Bu şekildeki bir mantıkla sadece kendimizi kandırmış oluruz. Bütün bu uygulamalarımız bize sadece zaman kaybettirir. Bununla birlikte doğru eğitim sistemini kurgulayamadığımız sürece, hem kaynak hem de insan israfının önüne geçmemiz mümkün olmayacaktır.