Birçok kez gittiğim ve hemen hemen her bölgesini gezip dolaştığım her gidişimde de ayrı bir güzelliğine şahitlik ettiğim, Pamukkale Travertenleri ile ünlü Denizli, yeşili ve tarihi güzellikleri bol olan dünyaca ünlü Buldan beziyle tarihin derinliklerinden bu yana tekstilin merkezi olmuş önemli bir ilimizdir. Tarihte Laodikeia olarak bilinen Denizli aynı zamanda dünyanın sayılı antik kentlerinden birisidir.

Antik kent bölgesinde yapılan kazı çalışmalarında şehirde yaşamın izleri Erken Kalkolitik Dönem yani M.Ö. 5500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Yaklaşık 5 kilometrelik bir alana yayılmış olan antik kent günümüze kadar varlığını korumuş önemli yapıları içinde barındırmaktadır. Şehirde hayat Kalkolitik dönemle birlikte Beycesultan Höyüğü’nde başladığı tahmin edilmektedir. Yörenin bilinen ilk yerleşimcileri Arzawalılar olduğu bilinmektedir. M.Ö. 1700’lü yıllardan sonra şehirde önce Frigler sonrasında ise Lidyalılar hakimiyet kurmuştur. Yunan tarihçi Heredot’a göre günümüzde Sarayköy olarak bilinen Denizli ilçesi o dönemde Lidya Devleti’nin doğu sınırını oluşturmakta ve ismi de Karura idi.

Kaynaklarda belirtildiğine göre Denizli şehri ilk defa, bugünkü şehrin 6 km kuzeyinde, Eskihisar Köyü civarında, M.Ö. 261-245 yılları arasında, Suriye Kralı II. Antiokhos tarafından kurulmuştur. II. Antiokhos kente karısı Laodikeia’nın adını vermiştir. Laodikeia bu dönemde Anadolu’nun en önemli ve ünlü kentlerinden birisi konumundadır. Kentteki büyük sanat eserleri bu döneme aittir. Bölge M.Ö. 129 yılında Romalıların eline geçmiştir. Denizli’nin de içinde bulunduğu Batı Anadolu bölgesi Roma tarafından Asya eyaletine bağlanmış ve bu süreçte Denizli Bölgesi ciddi anlamda gelişim göstermiştir. Roma Devleti M.S. 395 yılında Doğu ve Batı Roma diye ikiye bölününce Denizli bölgesi Doğu Roma’nın yani Bizans egemenliği altına girmiştir. Laodikeia M.S. 7. yüzyılda büyük bir depremle yıkılınca, kent bugünkü Kaleiçi mevkiine taşınmıştır.

İncil’de adı geçen Laodikeia Antik Kenti, Anadolu’nun 7 kilisesinden birine sahip olan Erken Bizans Dönemi’nde metropollük seviyesinde dini bir merkezdir. Özellikle Hierapolis ve Colossai antik kentleri Hristiyan dünyası tarafından kutsal sayılmaktadır. İlk yedi kilise içinde Efes’in birinci, Laodikeia’nın ise yedinci ve sonuncu kilise olması Hristiyan dünyası açısından son derece büyük önem arz etmektedir.

Denizli yöresinin Türklerle ilk tanışması Anadolu’nun kapılarının Türklere açıldığı 1071 Malazgirt Savaşı sonrasıdır. Bu dönemde Selçuklu komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından bölge fethedilmiştir. Daha sonraki dönemlerde bölgenin hakimiyeti Bizans ve Türkler arasında gidip gelmiştir. Bölge de Haçlı Seferleri’nin önemli savaşları olmuş ve bunlardan en önemlisi de tarihe Miryokefalon Savaşı olarak geçmiştir. Bugünkü Çivril- Gümüşsu (Homa) yakınlarında Düzbel geçidi ve çevresinde gerçekleşmiş olan Miryokefalon Savaşı sonrasında Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan, Bizans İmparatoru Manuil Komnenos’u 1176 yılında büyük bir ordu ile Laodikya ve Honaz civarını geri almış olmasına rağmen mağlup ederek bölgenin tekrar hakimiyetini Türkler’in eline bırakmayı başarmıştır. Selçuklulardan sonra bölge de Germiyanoğulları başta olmak üzere çeşitli beylikler kurulmuştur. Bir süre Moğal istilası yaşanan Denizli ve çevresi 1391 yılında Yıldırım Bayezıd döneminde Osmanlı topraklarına katılmıştır. Türkler Denizli ve çevresinde hakimiyet kurmaya başladıktan sonra şehrin Laodikeia olan ismini, “Ladik” olarak değiştirmişlerdir.

Denizli topraklarının büyük bölümü önce Kütahya sancağına bağlanmış, 17. yüzyıla gelindiğinde ise Aydın’a dahil edilmiştir. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla il olmuştur.

Babadağ’ın kuzey yamaçları eteklerinde, Büyük Menderes’in kolu olan Aksu çayına kavuşan derelerle hafifçe yarılmış bir plato üzerinde yer alan Denizli, sanayisi, turizmi, ticareti ve hizmet sektörü çok gelişmiş olan Türkiye’nin en kalkınmış şehirlerinden biridir. Özellikle tekstil sektöründe ülkemizde söz sahibi olan illerimizden biri olan Denizli’de vakti zamanında Osmanlı Padişahları ve Sultanlarının elbiseleri Buldan ilçesinde dikilmekteydi.

Denizli, bilinmesi, tanınması ve gezilip görülmesi gereken bir ilimiz. Denizli’ye gittiğinizde birkaç gün size yetmeyebilir. Oldukça fazla gezilmesi gereken yerleri vardır. Bunların en başında dünyaca ünlü, UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde yer alan ve şehrin simgesi konumunda olan tabiat harikası Pamukkale Travertenleri gelmektedir. Yine hemen yanı başında bulunan Karahayıt da uluslararası termal merkezi niteliğindedir. Bunların dışında şehirde görülmesi gereken yerler; Pamukkale Travertenleri’nin hemen yanında bulunan Hierapolis Antik Kenti’nin içerisinde yer alan Roma İmparatorluğu döneminde, bir sağlık merkezi olarak kullanılan Kleopatra Havuzu (Antik Havuz), Hierapolis Antik Kenti’nin içindeki Pamukkale Hierapolis Arkeoloji Müzesi, Laodikya Antik Kenti, Tabea Antik Kenti, Apollon Lairbenos Tapınağı, Tarihi Kaleiçi Çarşısı, Tekkeköy, Sarayköy, Çizmeli, Kızıldere, Akköy Gölemezli Çamur Termalleri, Honaz Dağı Milli Parkı, Çamlık ve İncilipınar Parkı, çadır kamp severler için ideal bir yer olan Kefe Yaylası, Güney şelalesi, Yeşildere şelalesi, Kaklık mağarası, Keloğlan mağarası, Alacain mağarası, Işıklı gölü, Saklı göl, Acıgöl, İnceğiz Kanyonu, Tokalı Kanyonu, Nikfer kayak merkezi, Denizli Ufo müzesi, Akhan Kervansarayı, Acıpayam Yazır camii ve Ahmetli Köprüsü.

Dünyanın dört bir yanından turistlerin geldiği Pamukkale travertenleri tabii güzelliği ile herkesi büyülemektedir. Yazımızın bu noktasında Pamukkale termalleri ve travertenleri ile ilgili anlatıla gelen Pamukkale Efsanesi olarak bilinen Oduncu Güzeli Hikayesi’ni yer vermek istiyorum.

Bundan yüzlerce yıl evvel Çökelez Dağı’nın eteklerinde fakir mi fakir bir oduncu ailesi yaşarmış. Bu ailenin çok çirkin bir kızı varmış. Köydeki diğer ailelere göre bu kız o kadar çirkinmiş ki, anneler oğullarına bu kızdan uzak durmalarını tembihliyor, yolda o kızı görünce de yollarını değiştiriyorlarmış. Kız için fakirlik çok sorun değilmiş, aldırmıyormuş ama bu çirkinliği yüzünden maruz kaldığı eleştiriler çok zoruna gidiyormuş. Ve bir gün canına tak edince hayatına son vermek istemiş. Çökelez Dağı eteklerindeki bir yükseltiye çıkarak kendini boşluğa bırakmış. Fakat şans eseri içerisi su ve tortularla dolu olan bir su birikintisinin içine düşmüş. Ölmemiş ama bilincini kaybedip bayılmış. İçerisine düştüğü su birikintisi kızın cildine o kadar iyi gelmiş ki baygın yattığı süre içerisinde değişmiş ve bambaşka bir güzelliğe bürünmüş.

Bir süre sonra oradan geçmekte olan Denizli Beyi’nin oğlu suda baygın yatan yaralı kızı görmüş. Kızı sırtlayıp atına alarak evine götürmüş ve tedavi etmiş. Kız iyileştikten sonra onun bu güzelliğinden etkilenen Denizli Beyi’nin oğlu onunla evlenmiş. Oduncu ailesinin çirkin kızının geçirdiği bu değişimi duyan bütün köylü kadınlar ise bu şifalı su kaynağına akın etmişler. Yüzyıllarca dilden dile anlatılan bu hikâye günümüze kadar gelmiş.

Denizli gezisinde Denizli’nin zengin tarihi ve kültürel mirasının yanı sıra damak çatlatan lezzetli mutfağı ile de tanışacaksınız. Her ne kadar Denizli yemekleri denilince akla ilk kuzu etinden yapılan tandır kebabı gelse de Ege’nin olmazsa olmazı otlar ve sebzeler ile yapılan enfes yemekler de bulmak mümkün. Denizli mutfağının öne çıkan lezzetleri arasında kuzu etli ve asma yapraklı pilav Çaput Aşı, üzerine sarımsaklı yoğurt ve baharatlı yağ dökülerek servis edilen Biber Tatarı, çökelek ve kaymakla yapılan börek Kiide, tavşan eti ile yapılan Arabaşı yer almaktadır. Bunların dışında Mısır Gömbesi, Leyen böreği, bazlama, keşkek, güveç, kuru börülce çorbası, börülce böreği, tarhana çorbası, ovmaç çorbası, tas kapaması, kumbar dolması, hamur dolması, sirkeli et, nohutlu et, kol dolması, ciğer sarma, yaprak sarması, saçta işkembe, kuru patlıcan dolması, patlıcan gözlemesi, taratorlu börülce salatası, ebe gümeci salatası, filiz salatası, yufka, yen böreği, şipit, bazdırma, cızlama, cerpleme ve pekmezle kabak aşı gelmektedir.

İnanılmaz bir sağlık vadisi konumunda olan Denizli, Yaratanın en cömert davrandığı bölgelerden biridir desek yanılmış olmayız. Bereketli topraklara sahip Denizli’ye iki önemli ırmak olan Büyük Menderes ve Çürüksü (Lykos) Irmakları hayat vermektedir. Polemon Hanedanlığının başlangıcından çok önce, bir öğrenim merkezi olan Laodikeia’da septik (kuşkucu) filozofların yanı sıra tıp alanında çok özel kişiler yetişmiştir. Laodikeia’da, Strabon’un zamanında Zeuxis tarafından büyük bir grup Herophileian (antik dünyanın en ünlü hekimi) tıp okulu kurulmuştur. Kurulan bu tıp okulunda hem su terapisine bağlı tedavi hem de diğer tedaviler yapılmaktaydı. O dönemde Hierapolis, Laodikeia, Attouda, Karura, Herakleia Salbace ve Eumeneia kentlerinde tıp, bir bilim dalı olarak kabul edilmiştir. Özellikle o dönemlerde keşfedilen termal su ile şifa bulma bugün de Denizli’nin şifalı suları insanlara tedavi noktasında hizmet sunmaya devam ediyor. Eşsiz güzelliği ile sunduğu bu şifa dan istifade etmek ve tarihin derinliklerine yolculuk yapmak isteyenleri Denizli beklemektedir.