Çay ve kahve kültürümüzün birer parçasıdır. Kahve yalnızlık ister. Oysa çayın kalabalıkla arası iyidir. Çay birlikte koyu sohbetler eşliğinde içildiğinde anlamı büyüktür. Sohbetlere dem katar. Yalnızlıkları giderir.
Çayın ilk doğuşu M.Ö. 6. yy. kadar gitmektedir. Ve ilk çay yine bu dönemlerde Çin’de tüketilmeye başlanmış önceleri yaprakları çiğnenerek tüketilen çay zamanla kaynatılarak bugünkü şekilde tüketilmeye başlanmıştır. Çinliler o dönemlerde çayı, ölümsüzlük iksiri olarak kabul etmekteydiler. Çin’de ölümsüzlük iksiri olarak tanımlanmasının ise pek çok nedeni var. Temel nedeni, çayın ruhu sakinleştirdiğine inanılması. Ayrıca çayın, ilaç olarak ortaya çıkması da önemli bir etkendir.. Çay yapraklarının, bağışıklık sistemini güçlendirmesi ve mide sorunlarına iyi gelmesi de ölümsüzlük iksiri olarak tanımlanmasındaki bir diğer nedendir. Çin’de bir ritüel haline gelen “çay içme” zaman içerisinde Japonya topraklarına kadar yayılmış. Ardından da bu ritüel, bir kültür halini almıştır. Daha sonra zamanla Asya’dan Avrupa’ya kadar yayılmaya başlayan “çay”, ülkelerin bulundukları siyasi ve kültürel konumlara göre farklı anlamlar taşımaya başlamıştır. Avrupalılar çayı, 1609 yılında Dutch Indıa Co isimli şirketin Çin’den “çay” getirmesiyle tanımışlardır. Bizim çayla tanışmamız noktasında farklı görüşler yer almaktadır. Bazı kaynaklarda çayla, Anadolu’ya ayak basmadan önce Orta Asya’da tanıştığımız söylenmekte ve çayı ilk kez içen Türk’ün ise, Hoca Ahmet Yesevi olduğu ifade edilmektedir. Ancak bazı kaynaklar ise, Türklerin çayla buluşması gerçek anlamda 19. yüzyılda olmuştur diye belirtirler.
Dünyanın yarısından fazlasının sudan sonra tükettiği en önemli içecek olan çay, uzun zamandır efsanelerin ve hayatın içinde bizimle birlikte. Serüveni ise her geçen gün demliklerde demlenerek ve bardaklara dolarak devam etmektedir. Ülkemizin çay kokulu şehri Rize’de yetiştirdiğimiz ve Dünya’da büyük üreticiler arasında olduğumuz bu mucizevi bitkinin kültürümüzde önemi gerçekten çok büyüktür. Kahvaltıların vazgeçilmezi olması bir kenarda dursun, dost sohbetlerine eşlik etmesiyle de çayın demi sohbetlerin demine karışmaktadır.
Çay dört özelliğinden dolayı kutsal bir sıvıdır.
Birincisi; çay, sınıfsız bir içecektir, ayakkabı boyacıları ile Ceo’ların ortak içeceğidir. Sınıfsal kaynaşma sağlamaktadır. Çay gelene kadar “kahve” zenginlerin favori içeceğiydi. Fransa, İtalya ve Latin ülkelerinin birçoğu fakir oldukları zamanlarda çayı fazlasıyla tüketmeye başladılar. İngiltere ve Hollanda’da ise çay seçkin bir içecek olarak görülüyordu. Fakiri de zengini de çay içiyor, pek çok öğünde çaya yer veriyordu. Bu da çayın zamanla demokratik bir içecek olmasını sağlamıştır. Her statüden insanın tükettiği bir sıvı olup, içecekte eşitlenmenin sembolüdür aynı zamanda.
İkinci olarak zamansızdır; sabah kahvaltısında, öğlen yemeği sonrasında, akşam üzeri, yatmadan önce yani günün her saati içilebilen tek içecektir. Dünyanın bütün meşgalesine, acelesine, ve anlamsızlığına verilecek en güzel cevaptır; “Beş dakika çay molaları.” Zamanı geldiğinde değil, canımızın istediği her an yudumlayabiliriz çayımızı.
Üçüncüsü; Muhabbetin demini aldırır. Çay olmadan yapılan sohbetlerin hiçbir tadının olmadığı malumumuzdur. Nazım Hikmet çayla ilgili şöyle der:
“Odayı saran odun kokusu, dışarıda çiseleyen bir yağmur, sıcak bir çay. Aklımda çocukluğumdan kalma bir masal.”
Çayın muhabbet demine Sabahattin Ali de şöyle yaklaşır:
“Gelseydin bir çay içimi; Sen çay dökseydin, bende içimi.”
Yine bir başka ifadeyle hayallerimizin arasındadır çay. Birlikte yapılacak bir kahvaltıdan sonra demlikte çay bitene kadar masada oturup sohbet etmek, elimizi yanağımıza dayayarak muhatabımızı dinlemek. Kelimeler eksik kaldığında, kelimeleri tamamlayıcıdır demli bir bardak çay.
Dördüncüsü; Mekânsızdır çay, her mekânda içilebilir.
Orhan Kemal bu durumla ilgili şöyle der:
“Bir gün çay içelim seninle, çaylar benden manzara senden olsun.”
Manzara eşliğinde de günün her saatinde ister yalnız ister kalabalık dost gruplarıyla içilebilen, içildikçe sohbeti koyulaştıran, bizi birbirimize kaynaştıran bir içecektir çay.
Hayatın gamına inat, demi olan çay; yoksulların, şairlerin ve yalnızların resmi içeceğidir. Ona öyle alelade bir içecek muamelesi yapama ve onu sıradan bir içecek gibi göremeyiz. Çay bazen umutsuzlukları yeniden demleyip, umuda varmaktır. Şairin de dediği gibi: “Çay içiyorsanız, bitmemiş bir şeyler vardır.”
Aynı bir yemek hazırlar gibi çay hazırlamak da oldukça önemli bir husustur. Çay yapraklarının kendisine has aromalarını ortaya çıkarmak için usta eller gerekir.
Mitler ve efsaneler farklı coğrafyalarda farklı tarzlarda zikrediliyor olsa da hepsinin ortak paydası çay bitkisinin kendine has kokusunun ve tadının özdeşleştirilmesi çabasıdır. Kültürler arasında bu kadar fazla pastoral tarzda çay efsanelerinin anlatılması çayın bu kültürleri ne denli etkilediğini gözler önüne sermektedir.
Çayın ilk doğuşu M.Ö. 6. yy. kadar gitmektedir. Ve ilk çay yine bu dönemlerde Çin’de tüketilmeye başlanmış önceleri yaprakları çiğnenerek tüketilen çay zamanla kaynatılarak bugünkü şekilde tüketilmeye başlanmıştır. Çinliler o dönemlerde çayı, ölümsüzlük iksiri olarak kabul etmekteydiler. Çin’de ölümsüzlük iksiri olarak tanımlanmasının ise pek çok nedeni var. Temel nedeni, çayın ruhu sakinleştirdiğine inanılması. Ayrıca çayın, ilaç olarak ortaya çıkması da önemli bir etkendir.. Çay yapraklarının, bağışıklık sistemini güçlendirmesi ve mide sorunlarına iyi gelmesi de ölümsüzlük iksiri olarak tanımlanmasındaki bir diğer nedendir. Çin’de bir ritüel haline gelen “çay içme” zaman içerisinde Japonya topraklarına kadar yayılmış. Ardından da bu ritüel, bir kültür halini almıştır. Daha sonra zamanla Asya’dan Avrupa’ya kadar yayılmaya başlayan “çay”, ülkelerin bulundukları siyasi ve kültürel konumlara göre farklı anlamlar taşımaya başlamıştır. Avrupalılar çayı, 1609 yılında Dutch Indıa Co isimli şirketin Çin’den “çay” getirmesiyle tanımışlardır. Bizim çayla tanışmamız noktasında farklı görüşler yer almaktadır. Bazı kaynaklarda çayla, Anadolu’ya ayak basmadan önce Orta Asya’da tanıştığımız söylenmekte ve çayı ilk kez içen Türk’ün ise, Hoca Ahmet Yesevi olduğu ifade edilmektedir. Ancak bazı kaynaklar ise, Türklerin çayla buluşması gerçek anlamda 19. yüzyılda olmuştur diye belirtirler.
Dünyanın yarısından fazlasının sudan sonra tükettiği en önemli içecek olan çay, uzun zamandır efsanelerin ve hayatın içinde bizimle birlikte. Serüveni ise her geçen gün demliklerde demlenerek ve bardaklara dolarak devam etmektedir. Ülkemizin çay kokulu şehri Rize’de yetiştirdiğimiz ve Dünya’da büyük üreticiler arasında olduğumuz bu mucizevi bitkinin kültürümüzde önemi gerçekten çok büyüktür. Kahvaltıların vazgeçilmezi olması bir kenarda dursun, dost sohbetlerine eşlik etmesiyle de çayın demi sohbetlerin demine karışmaktadır.
Çay dört özelliğinden dolayı kutsal bir sıvıdır.
Birincisi; çay, sınıfsız bir içecektir, ayakkabı boyacıları ile Ceo’ların ortak içeceğidir. Sınıfsal kaynaşma sağlamaktadır. Çay gelene kadar “kahve” zenginlerin favori içeceğiydi. Fransa, İtalya ve Latin ülkelerinin birçoğu fakir oldukları zamanlarda çayı fazlasıyla tüketmeye başladılar. İngiltere ve Hollanda’da ise çay seçkin bir içecek olarak görülüyordu. Fakiri de zengini de çay içiyor, pek çok öğünde çaya yer veriyordu. Bu da çayın zamanla demokratik bir içecek olmasını sağlamıştır. Her statüden insanın tükettiği bir sıvı olup, içecekte eşitlenmenin sembolüdür aynı zamanda.
İkinci olarak zamansızdır; sabah kahvaltısında, öğlen yemeği sonrasında, akşam üzeri, yatmadan önce yani günün her saati içilebilen tek içecektir. Dünyanın bütün meşgalesine, acelesine, ve anlamsızlığına verilecek en güzel cevaptır; “Beş dakika çay molaları.” Zamanı geldiğinde değil, canımızın istediği her an yudumlayabiliriz çayımızı.
Üçüncüsü; Muhabbetin demini aldırır. Çay olmadan yapılan sohbetlerin hiçbir tadının olmadığı malumumuzdur. Nazım Hikmet çayla ilgili şöyle der:
“Odayı saran odun kokusu, dışarıda çiseleyen bir yağmur, sıcak bir çay. Aklımda çocukluğumdan kalma bir masal.”
Çayın muhabbet demine Sabahattin Ali de şöyle yaklaşır:
“Gelseydin bir çay içimi; Sen çay dökseydin, bende içimi.”
Yine bir başka ifadeyle hayallerimizin arasındadır çay. Birlikte yapılacak bir kahvaltıdan sonra demlikte çay bitene kadar masada oturup sohbet etmek, elimizi yanağımıza dayayarak muhatabımızı dinlemek. Kelimeler eksik kaldığında, kelimeleri tamamlayıcıdır demli bir bardak çay.
Dördüncüsü; Mekânsızdır çay, her mekânda içilebilir.
Orhan Kemal bu durumla ilgili şöyle der:
“Bir gün çay içelim seninle, çaylar benden manzara senden olsun.”
Manzara eşliğinde de günün her saatinde ister yalnız ister kalabalık dost gruplarıyla içilebilen, içildikçe sohbeti koyulaştıran, bizi birbirimize kaynaştıran bir içecektir çay.
Hayatın gamına inat, demi olan çay; yoksulların, şairlerin ve yalnızların resmi içeceğidir. Ona öyle alelade bir içecek muamelesi yapama ve onu sıradan bir içecek gibi göremeyiz. Çay bazen umutsuzlukları yeniden demleyip, umuda varmaktır. Şairin de dediği gibi: “Çay içiyorsanız, bitmemiş bir şeyler vardır.”
Aynı bir yemek hazırlar gibi çay hazırlamak da oldukça önemli bir husustur. Çay yapraklarının kendisine has aromalarını ortaya çıkarmak için usta eller gerekir.
Mitler ve efsaneler farklı coğrafyalarda farklı tarzlarda zikrediliyor olsa da hepsinin ortak paydası çay bitkisinin kendine has kokusunun ve tadının özdeşleştirilmesi çabasıdır. Kültürler arasında bu kadar fazla pastoral tarzda çay efsanelerinin anlatılması çayın bu kültürleri ne denli etkilediğini gözler önüne sermektedir.
YORUMLAR