Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy; Çanakkale Harbi’ni şu mısraları ile haykırıyor:
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”
Osmanlı Devleti, Balkanlar’da başlayan milliyetçilik akımı karşısında çok büyük varlık gösteremedi. Batılıların “Hasta Adam” diye niteledikleri Osmanlı çok güç kaybetmiş ve zayıf düştüğü bir dönemi yaşıyordu. Ülke hem batısında hem doğusunda sürekli toprak kaybediyordu. O dönemlerde Sultanlar bir yandan da iç meseleler ile uğraşıyor, ülkeyi yönetmekte ciddi anlamda zorlanıyorlardı. Osmanlı içinde meşrutiyet ile birlikte yeni bir yönetim anlayışı hakim olmaya başlamış, Padişah’ın elinde bulundurduğu güç gittikçe zayıflamıştı. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin yönetimi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eline geçmişti.
Balkanlar’da ise kaynama bütün hızıyla devam etmekteydi. Yıl 1914’e geldiğinde, Saraybosna’da bir sırp milleyetçisi olan Gavrilo Princip Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand’a düzenlediği bir süikast ile öldürdü. Bu olay üzerine Avusturya-Macaristan Sırbistan’a Savaş açtı. Takvimler 28 Haziran 1914’ü göstermekteydi. İşte bu olay ile birlikte çok kanlı ve yıkıcı olan I.Cihan Harbi’nin ateşi fitillenmiş oldu. Osmanlı Devleti Balkan Harbi’nde çok yorulmuş, bir hayli de toprak kaybetmişti. En son Libya’da yediği darbe Osmanlı Devleti’nin çok zor duruma sokmuştu. Bütün bu sebeplerden dolayı I. Cihan Harbi’nde sessiz kalmayı yeğledi. Ancak sessizliği çok sürmemiştir.
Zira büyük devletler Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya başta olmak üzere Avrupa’nın tamamı, topraklarını genişletme arzusundaydılar. Batı’da hakim olmaya başlayan sömürgecilik anlayışı her geçen gün kendini daha çok hissettiriyordu. Sömürge mantığı ile ülkeleri kontrol edebilme düşüncesi hızla yayılmaya devam ediyordu. İşte tam bu dönemde ortaya çıkan I. Cihan Harbi’de buna zemin hazırlamak için iyi bir fırsattı, Batı Dünyası adına.
I. Cihan Harbi’ne katılan ülkeler ittifak ve itilaf devletleri diye iki ayrı blok oluşturdular. Osmanlı Devleti’de İttihat ve Terakki’nin başını çeken Enver Paşa’nın çabaları ile Almanya’nın içinde olduğu İttifak Devletleri safında yer aldı. Zira Enver Paşa, savaşı Almanya’nın kazanacağına kendisini çok inandırmıştı. Zor bir dönem geçiren Osmanlı, Almanya ile kurduğu bu ittifak sonucunda bir oldu-bitti ile savaşa dahil olmuş ve 5 ayrı cephede amansız bir mücadelenin içinde kendini bulmuştur.
Kafkas Cephesi (Doğu Cephesi), Irak Cephesi, Filistin-Suriye Cephesi, Çanakkale Cephesi ve Avrupa Cephesi. Her bir cephede, vatan toprağını savunan Osmanlı Devleti özellikle Çanakkale Cephesi’nde yedi düvel ile savaşmıştır.
Çanakkale Cephesi’nde ilk savaş deniz savaşları şeklinde olmuştur. Osmanlı’yı temsil eden ve boğazın geçilmesi durumunda payitahta son verilmesi ihtimalini düşünen Müslümanlar, İslam coğrafyasından Osmanlılarla birlikte savaşmak, Osmanlı’nın yanında olmak düşüncesi ile binlerce, on binlerce insan Çanakkale’ye gelmiştir. Türkler’in tarihe “Çanakkale Geçilmez” diye yazdırdığı “Çanakkale Destanı” dillere destan oldu. Hep bu yönüyle “Çanakkale’yi geçirtmedik, ne büyük bir başarıya imza attık” diye övünmekteyiz. Ancak olayın bir başka boyutu ve de en vahim durumu ortaya koyan bir yönü de var. Nedir bu derseniz. Şöyle izah edeyim.
Çanakkale Cephesi’nde deniz savaşı sonrasında çok kan dökülen kara savaşları yapılmıştır. Tarihi kayıtlarda 250.000 bin Türk evladının şehit düştüğü ifade edilmektedir. Savaşın bilançosu sadece bu kadar değil, belki de bir 250.000 insan da yaralı olarak kaldırıldığı hastanelerde hayatını kaybetti. Yani Çanakkale’de neredeyse 500.000 civarında insanımızı kaybettik. Bu bir ırkın, bir milletin toptan yok edilmesi demektir. Milli şair Akif’in ifadesi ile “Tek dişi kalmış canavar” olan Batı dünyası yedi düveli peşine takmış, 600 yıla yakın dünyada hüküm sürmüş, dünyaya medeniyeti ve insanlığı öğretmiş bir milleti dünya tarih sahnesinden silme operasyonunun en büyük parçası olmuştur, Çanakkale.
Ne hazindir ki, “Çanakkale Geçilmez” dedik, ancak I. Cihan Harbi sona erip Mondros Mütarekesi ile son Osmanlı toprağı olarak kalan Anadolu işgal edilmişti. Anadolu’nun işgali çerçevesinde İngiliz gemileri Payitaht İstanbul’a kadar gelmiş oldu, yani Çanakkale’yi ellerini, kollarını sallaya sallaya geçmiş oldular.
Bugün bir milli duruşun simgesi haline gelen Çanakkale, aslına baktığımız da koskoca bir imparatorluğun bitişinin hikayesidir. 100 yıldır kendimize gelemiyoruz. Dünyaya medeniyet öğretmiş, ilimde, sanatta ve insanlıkta büyük işler başarmış ecdadın torunları olarak bugün hala kendimize gelememekteyiz. Batı sanatta, ilimde, fen ve teknolojide bizden çok ama çok ileride. Bu anlamda Batı’nın önüne geçecek duruma gelemezsek, teknoloji alanında, ilim alanında yeniden öncü nesiller yetiştiremezsek “Çanakkale Geçilmez”, “Geçilmedi” dedirtmemizin bir anlamı yok. Canlarımızı vererek teslim edilmeyen topraklarımız, temel değerlerimize sahip çıkmadığımız için elimizden kayıp gitme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy; Çanakkale Harbi’ni şu mısraları ile haykırıyor:
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”
Osmanlı Devleti, Balkanlar’da başlayan milliyetçilik akımı karşısında çok büyük varlık gösteremedi. Batılıların “Hasta Adam” diye niteledikleri Osmanlı çok güç kaybetmiş ve zayıf düştüğü bir dönemi yaşıyordu. Ülke hem batısında hem doğusunda sürekli toprak kaybediyordu. O dönemlerde Sultanlar bir yandan da iç meseleler ile uğraşıyor, ülkeyi yönetmekte ciddi anlamda zorlanıyorlardı. Osmanlı içinde meşrutiyet ile birlikte yeni bir yönetim anlayışı hakim olmaya başlamış, Padişah’ın elinde bulundurduğu güç gittikçe zayıflamıştı. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin yönetimi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eline geçmişti.
Balkanlar’da ise kaynama bütün hızıyla devam etmekteydi. Yıl 1914’e geldiğinde, Saraybosna’da bir sırp milleyetçisi olan Gavrilo Princip Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand’a düzenlediği bir süikast ile öldürdü. Bu olay üzerine Avusturya-Macaristan Sırbistan’a Savaş açtı. Takvimler 28 Haziran 1914’ü göstermekteydi. İşte bu olay ile birlikte çok kanlı ve yıkıcı olan I.Cihan Harbi’nin ateşi fitillenmiş oldu. Osmanlı Devleti Balkan Harbi’nde çok yorulmuş, bir hayli de toprak kaybetmişti. En son Libya’da yediği darbe Osmanlı Devleti’nin çok zor duruma sokmuştu. Bütün bu sebeplerden dolayı I. Cihan Harbi’nde sessiz kalmayı yeğledi. Ancak sessizliği çok sürmemiştir.
Zira büyük devletler Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya başta olmak üzere Avrupa’nın tamamı, topraklarını genişletme arzusundaydılar. Batı’da hakim olmaya başlayan sömürgecilik anlayışı her geçen gün kendini daha çok hissettiriyordu. Sömürge mantığı ile ülkeleri kontrol edebilme düşüncesi hızla yayılmaya devam ediyordu. İşte tam bu dönemde ortaya çıkan I. Cihan Harbi’de buna zemin hazırlamak için iyi bir fırsattı, Batı Dünyası adına.
I. Cihan Harbi’ne katılan ülkeler ittifak ve itilaf devletleri diye iki ayrı blok oluşturdular. Osmanlı Devleti’de İttihat ve Terakki’nin başını çeken Enver Paşa’nın çabaları ile Almanya’nın içinde olduğu İttifak Devletleri safında yer aldı. Zira Enver Paşa, savaşı Almanya’nın kazanacağına kendisini çok inandırmıştı. Zor bir dönem geçiren Osmanlı, Almanya ile kurduğu bu ittifak sonucunda bir oldu-bitti ile savaşa dahil olmuş ve 5 ayrı cephede amansız bir mücadelenin içinde kendini bulmuştur.
Kafkas Cephesi (Doğu Cephesi), Irak Cephesi, Filistin-Suriye Cephesi, Çanakkale Cephesi ve Avrupa Cephesi. Her bir cephede, vatan toprağını savunan Osmanlı Devleti özellikle Çanakkale Cephesi’nde yedi düvel ile savaşmıştır.
Çanakkale Cephesi’nde ilk savaş deniz savaşları şeklinde olmuştur. Osmanlı’yı temsil eden ve boğazın geçilmesi durumunda payitahta son verilmesi ihtimalini düşünen Müslümanlar, İslam coğrafyasından Osmanlılarla birlikte savaşmak, Osmanlı’nın yanında olmak düşüncesi ile binlerce, on binlerce insan Çanakkale’ye gelmiştir. Türkler’in tarihe “Çanakkale Geçilmez” diye yazdırdığı “Çanakkale Destanı” dillere destan oldu. Hep bu yönüyle “Çanakkale’yi geçirtmedik, ne büyük bir başarıya imza attık” diye övünmekteyiz. Ancak olayın bir başka boyutu ve de en vahim durumu ortaya koyan bir yönü de var. Nedir bu derseniz. Şöyle izah edeyim.
Çanakkale Cephesi’nde deniz savaşı sonrasında çok kan dökülen kara savaşları yapılmıştır. Tarihi kayıtlarda 250.000 bin Türk evladının şehit düştüğü ifade edilmektedir. Savaşın bilançosu sadece bu kadar değil, belki de bir 250.000 insan da yaralı olarak kaldırıldığı hastanelerde hayatını kaybetti. Yani Çanakkale’de neredeyse 500.000 civarında insanımızı kaybettik. Bu bir ırkın, bir milletin toptan yok edilmesi demektir. Milli şair Akif’in ifadesi ile “Tek dişi kalmış canavar” olan Batı dünyası yedi düveli peşine takmış, 600 yıla yakın dünyada hüküm sürmüş, dünyaya medeniyeti ve insanlığı öğretmiş bir milleti dünya tarih sahnesinden silme operasyonunun en büyük parçası olmuştur, Çanakkale.
Ne hazindir ki, “Çanakkale Geçilmez” dedik, ancak I. Cihan Harbi sona erip Mondros Mütarekesi ile son Osmanlı toprağı olarak kalan Anadolu işgal edilmişti. Anadolu’nun işgali çerçevesinde İngiliz gemileri Payitaht İstanbul’a kadar gelmiş oldu, yani Çanakkale’yi ellerini, kollarını sallaya sallaya geçmiş oldular.
Bugün bir milli duruşun simgesi haline gelen Çanakkale, aslına baktığımız da koskoca bir imparatorluğun bitişinin hikayesidir. 100 yıldır kendimize gelemiyoruz. Dünyaya medeniyet öğretmiş, ilimde, sanatta ve insanlıkta büyük işler başarmış ecdadın torunları olarak bugün hala kendimize gelememekteyiz. Batı sanatta, ilimde, fen ve teknolojide bizden çok ama çok ileride. Bu anlamda Batı’nın önüne geçecek duruma gelemezsek, teknoloji alanında, ilim alanında yeniden öncü nesiller yetiştiremezsek “Çanakkale Geçilmez”, “Geçilmedi” dedirtmemizin bir anlamı yok. Canlarımızı vererek teslim edilmeyen topraklarımız, temel değerlerimize sahip çıkmadığımız için elimizden kayıp gitme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
YORUMLAR