Irak ve İran’ın Akdeniz ve Karadeniz’e bağlayan yolların kavşağında kurulan Diyarbakır M.Ö. 2300 yıllarından bu yana bir yerleşim merkezi olduğu, kalesinin bir kısmı M.Ö. IV. yüzyıldan kaldığı zannedilmektedir. M.S. 349 yılında Doğu Roma imparatoru II. Konstantinos, Sasaniler’e karşı şehri korumuş ve surlarını yeniden güçlendirmiştir.

Asur ve Bizans kaynaklarını incelediğimizde Diyarbakır’ın ismi “Amid” veya “Amide” olarak geçmektedir. Şehir Müslüman Arapların egemenliğine geçtiği dönemde buraya yerleşen “Bekr” kabilesinden dolayı, Bekr Kabilesi’nin yurdu anlamında “Diyârı Bekr” olarak ismi kayıtlara geçmiştir. O dönemde, Diyar-ı Bekir bölgesi Dicle’nin batısında, Nasibin’e (Nusaybin) bakan dağlık bölgeye kadar uzanmaktaydı. Diyar-ı Bekir’e bağlı şehir ve kasabalar; Meyyafarikin (Silvan), Amid (Diyarbakır), Hısn Keyfa (Hasankeyf), Nasibin (Nusaybin), Esird (Siirt), Hizan ve Ceziret-u İbn Ömer (Cizre)’dir.

Yine kaynaklarda belirtildiğine göre, Osmanlı döneminde hem Diyarbekir vilayetinin hem de merkez sancağının adı Âmid olarak geçmektedir. 1867 yılında şehir vilayet olunca ismi “Diyar-ı Bekir” olarak  değiştirilmiş ve Cumhuriyet dönemine kadar bu isim ile anıla gelmiştir. 1937 yılında Diyarbakır’a bağlı Maden ilçesinde üretilen ‘bakır’ madeni dolayısıyla şehrin ismi “Diyarbakır” olarak tekrar değiştirilmiş ve o günden bugüne kadar Bekr kabilesinin yurdu olan bu şehir Diyarbakır olarak anılmaya başlanmıştır.

Amid’den Diyâr-ı Bekr’e oradan Diyarbakır’a uzanan bu şehir Anadolu’nun İslam’a açılan bir kapısıdır. Diyarbakır bağrında 540 sahabeyi barındırmaktadır. Bu yönüyle neredeyse İslam’ın beşiği, anası konumundadır. Yine bu şehri önemli kılan noktalardan birisi de bu şehrin peygamberler şehri olmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Hz. Zülkifl ve Hz. Elyesa peygamberler başta olmak üzere, Hz. Nebi Harun-ı Âsafi, Hz. Nebi Hellâk, Hz. Nebi Harut, Hz. Enüş, Hz. Nebi Zennun, Nebi Ömer İbni Pirican ve Nebi Hürmüz peygamberlerin kabri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Hz. Zülkifl, Hz. Yunus ve Hz. İlyas Peygamberlerin makamları da bulunmaktadır. Diyarbakır’a yaptığım bütün ziyaretlerde burada bulunan Hz. Zülkifl ve Hz. Elyasa Peygamberlerin kabirlerini ziyaret etmek, manevi huzurlarında dua etmek nasip oldu. Eğil ilçesinde bulunan bu kabirleri ziyaret ettiğimizde o esnada yaşadığımız manevi atmosferi anlatmaya kelimeler kifayet etmez.

Diyarbakır, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vefatından yedi yıl sonra  Hz. Ömer (r.a.) döneminde, Hicri 18. yılda, miladi 27 mayıs 639’da kapılarını İslam’a açmıştır. Anadolu’da İslam ile tanışan ilk belde olma şerefine nail olmuştur. Diyarbakır’ın fethine katılan İyâz b. Ğanm yönetimindeki İslam ordusunda bulunan sahabelerin bir çoğu fetihten sonra buraya yerleşmişlerdir.  O dönemlerde Diyarbekir olarak anılan şehir Peygamberler şehri olmanın yanı sıra “Sahabeler Şehri” ünvanını da almıştır.

Bu fetih esnasında yaşanan ilginç bir olayı da zikretmeden geçemeyeceğim.

Diyarbakır kuşatması yaklaşık 5 ay sürmüştür. Bu süre zarfında Hz. Halid b. Velid (r.a.) Bab’u’l Ma’ (Yenikapı) tarafında beklemekteydi. Kuşatmanın beşinci ayında oruç tutarak günlerini geçiren Hz. Halid b. Velid (r.a.) kendisine hizmet eden Hummâm adlı görevliye “Azık mı tükendi! Neden üç akşamdır ekmek yok” diye sorar. Her akşam ekmeği bıraktığını söyleyen Hummâm, dördüncü akşam ekmeği bırakır ve bir yere gizlenerek gözetlemeye koyulur. O sıra da kale duvarının dibinden bir köpeğin gelip Hz. Halid b. Velid (r.a.)’ın çadırına girip ekmeği alıp götürdüğünü görür. Bunun üzerine Hummâm köpeği takibe koyulur. Köpeğin kale duvarı dibindeki sur içinden dışarıya akan su kanalından şehre girdiğini tespit eder. Bu durumu Hz. Halid b. Velid (r.a.)’a haber verir. Köpeğin şehre giriş yaptığı bu kanalı gidip gören Hz. Halid b. Velid (r.a.) bu su kanalı biraz genişletilirse bu kanaldan şehre girebileceklerini düşünür. Doğruca komutan İyâz b. Ğanm’ın yanına gider, yapmak istediğini kendisine anlatır. Müslümanların komutanı bu fikri benimser ve bir grup askeri Hz. Halid b. Velid (r.a.)’ın emrine verir. Kısa sürede plan uygulamaya konulur ve İslam ordusuna mensup askerler su kanalından şehre girmeyi başarırlar. İçerideki askerlerin dış kapıyı kırarak açmaları sonucunda şehrin dışındaki İslam orduları da şehre girerek fetih gerçekleşmiş olur.

İslam ordusunun komutanı İyâz b. Ğanm ve  Hz. Halid b. Velid (r.a.) şehirde on iki gün kaldıktan sonra Sa’saa b. Amr b. Savhan el-Abdî’yi şehre vali tayin ederek yanında da beşyüz kişilik sahabeyi bırakarak şehirden ayrılmışlardır. Anadolu’da Diyarbakır ili dışında hiçbir bölgede Sahabe-i Kiram Efendilerimiz valilik yapmamışlardır. Diyarbakır fethinde şehit olan sahabeler 517 yıl boyunca üzerlerinde hiçbir yapı olmadan şehitlik denilen yerde medfun bulunmuşlardır. 1155-1169 yılları arasında Nisanoğlu Ebu’l Kasım Ali gördüğü bir rüyada Hz. Süleyman (r.a.) ona: “Daha ne zamana kadar üstümüz açık kalacak?” diye sitemde bulunmuş. Bunun üzerine Nisanoğlu Ebu’l Kasım Ali Hz. Süleyman Camiini yaptırmış ve sahabe kabirlerini caminin alt kısmına almıştır.

İslam’ı doğrudan Ashabı Kiram Efendilerimizden öğrenmiş olmakla beraber bir tabiin şehri, Anadolu’nun da öğretmeni konumunda olan Diyarbakır günümüzdesahip olduğu manevi zenginlikleri yönüyle tam olarak değeri bilinememektedir.

Onlarca Peygamberi ve binlerce Sahabeyi bağrında barındıran, manevi iklimiyle Hz. Süleyman Camii yanı sıra, Ulu camii, dört ayaklı Minare (Şeyh Mutahhar Camii), bedestenler, çarşılar, surları ile tarih kokan, bütün medeniyetlerin ve dinlerin buluştuğu doğu, batı kültürlerinin sentez edildiği Diyarbakır mutlaka ziyaret edilip görülmesi gereken bir ilimiz. Bu bölgede yaşayan kardeşlerimiz ile de kurulacak sımsıcak diyaloglar ile, birliğimiz, bütünlüğümüz perçinlenerek, manevi ikliminden alınacak feyiz ile kültür mirasımızı daha nice yıllara ve kuşaklara ulaştırabilmemiz mümkündür.

Son söz olarak Diyarbakır ile ilgili Mevlana Halid-i Bağdadi’nin bir beytine kulak verelim:

Bu topraklarda o kadar çok sahabe var ki;

Ben bu topraklara basmaya haya ediyorum.